Dünyanın ahiretin gölgesi olması ne demek?

Aşağıdaki duada numune-menba ve gölge-asıl kavramları birbiriyle eşleştirilmiş:

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster…Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.” 10. Söz

Konunun başlamından anlaşılacağı üzere, dünyanın yani alem-i şehadetin numune ve gölge, ahiretin de asıl ve menba olduğu söyleniyor. Her ne kadar bunların hepsinin varlık kaynağı mutlak esma ve sıfatlara sahip Yaratıcı olsa da, menba kavramını ahiret için kullanabiliriz çünkü konu iman-ı billah değil, yaratılmış alemler içinde neyin asıl ve neyin tebei (gölge) olduğu. Menbayı hazine olarak da anlayabiliriz. Burada numune olarak tattığımız lezzetlerin baki hazineleri ebedi alemde.

Yukarıdaki duaya aşina olmamız, duada geçen cümleleri itikad ettiğimizi göstermez, zira bu hiç de basit bir hadise değil. Bunun en önemli sebebi, dünyadaki hayatımıza burayı asıl bilerek başlamamız. Ancak vahyin terbiyesi ile varlığın buraya münhasır olmadığını anlıyoruz ve pek çok gaybi alemlerin varlığına iman edebiliyoruz. Ahireti asıl, burayı gölge olarak itikad etmek ise çok ileri bir seviye. Eşyanın ahiretteki asıl, sabit ve menba versiyonlarının bu aleme gölge ettiğini ve buradaki versiyonların numune mahiyetinde olduğunu ancak fenanın dehşetini ve zevalin elemini tecrübe edenler ve ölümden ibret alanlar farkedebiliyor. Bu hususta şu yazıya bakılabilir.

Gölge temsilini kullanan şu iki ayetin bu konuyla alakalı olduğu söylenebilir:

اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّۚ وَلَوْ شَٓاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًاۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَل۪يلًا

“Görmüyor musun, (bak) Rabbin gölgeyi nasıl da uzatıyor? Eğer isteseydi, onu sakin (sabit) kılardı. Sonra güneşi ona delil kılmışızdır.” 25:45

ثُمَّ قَبَضْنَاهُ اِلَيْنَا قَبْضًا يَس۪يرًا

“Sonra onu (gölgeyi) kolayca kendimize doğru kısaltırız.” 25:46

Ayetler gölgenin neyin gölgesi olduğu söylemiyor. Aynen ahiret gibi gayb (belirsiz) bırakılmış. Fakat biz illa ki her gölgenin arkasında o gölgeyi bırakan bir vücud bulunduğunu biliyoruz.

Bir gölge gibi olan dünya hayatında varlığın artması gölgenin uzamasına, varlığın azalması da gölgenin kısalmasına tekabül ediyor. Orta yaşa kadar cismen uzuyor ve ondan sonra da cismen kısalarak Rabbe geri dönüyoruz (“kimin ömrünü uzatırsak, onun yaratılışını eksiltiriz” 36:68). Rabb-ul Rahim yaşlandırarak bizi kendisine çekiyor (25:46) ve yaşlanmayı ve kararsızlığı kendisine (güneşe) delil yapıyor (25:45). Cismani açıdan burada karar bulamamamızı problematize edip vahyin rehberliğinde eğiterek Rabbe ve asıl yurt olan ahirete dönüşü rıza ile kabul etmemiz gerekiyor.

Gafletteki nefis ise cismaniyetteki kararsızlığı problematize etmek yerine, zihninde hakikatten uzak bir dünya kuruyor. Onun dünyası da gölgemsi olsa da, o vehmi gölgenin uzaması ve kısalması maddi gerçekliğin uzayıp kısalmasıyla ters orantılı. Gün doğumunda gölge en uzun olduğu gibi, bu aleme gaflet gözünü açan insan önünde upuzun bir ömür olduğunu tasavvur ediyor. Orta yaş onun o vehmi dünyasını kısaltsa da, bundan ders almıyor. Gölgeler gün batımına doğru bu sefer diğer yöne doğru uzadığı gibi, gafil nefis de geride bıraktığı tüm tecrübelerin mevcud, hayattar ve fakat o an için göz önünde olmadığını vehmediyor [5], o ana kadar ortaya koyduğu eserlerinin ve insanlarla kurduğu ilişkilerinin hatırlanmaya devam ettiğini/edeceğini umuyor ve bu sayede esas aldığı ve fakat mahiyetine dikkat etmediği dünya hayatına kendi nazarında bir sabitlik ve devam veriyor. [1]

İnsanın Rabbine en yakın olduğu an, güneşin en tepede ve gölge olan dünyanın asıl olan ahiret hesabına en çok kısaldığı zaman. Dünya hayatımız orta yaş ile manen, ihtiyarlık ile de cismen kısalıyor. Orta yaş nefsi gafletinden uyandırmak için geliyor. Uyanmayanların uykusu ihtiyarlıkta daha da derinleşiyor. Uyananlar ise o noktadan itibaren varlığın asıl, hayattar ve sabit boyutunu ahiret biliyor. [6] Bu sayede nefis geniş tevehhüm ettiği ve fakat hakikatte ziyadesiyle dar olan dünyadan çok daha geniş bir daire-i hayat ve daire-i vücud bulabiliyor.

Dünya ve ahiret arasındaki asıl-gölge ilişkisini şu cümleye de bağlayalım:

“Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit [çalkalıyor, farket], o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır [doluyor, farket].”

Nursi, burada gözlemlediğimiz dalgalanan (sabit olmayan) mevcudat selinin [2], ebede doğru değil, ona karşı aktığını söylüyor – aynen gölgenin ağacın karşısına vurması gibi. Ağaç gölgenin bittiği yerde değil mi? Evet ama, ağaca ulaşmak için illa ki gölgenin bittiği yere gitmeye gerek yok, zira buradan oraya bakmak mümkün. [3]

Alem-i şehadetin gölge olması, bu alemin önemsiz veya gerçekliği olmayan vehmi bir simulasyon olduğunu göstermiyor. Bilakis ebedi ve sabit alemlerin tarlası mahiyetinde olan alem-i şehadetin harici vücudu var. Burada yaş mürekkep ile yazılanlar, ebedi müzelerde onların kıymetini bilen seyirciler tarafından seyredilmek üzere sabitlenerek (kurumuş mürekkep) muhafaza ediliyor. [7] Nasıl ki hazinenin kapısını açan anahtar hazine kadar kıymetli olur, ahiretin hazinelerinden (menbalardan) istifade edebilmemize imkan veren bu alemdeki eğitimimiz de bizim için o hazineler kadar ve bir anı dahi israf edilmeyecek derecede kıymetlidir.

Ebedi alemin bu aleme menba olması, buraya ekilen tohumun orada meyve vermesi ve oradaki meyvenin tohumunun buraya daha kaliteli bir meyve vermek üzere ekilmesi gibi de düşünülebilir. Eğer bu mantıklıysa, cennette yenen meyvelerin tohumsuz olduklarını (çünkü tohumları burada) söylemek pek de yanlış olmaz gibi. [4] Siz ne dersiniz?


  1. [1] “DÖRDÜNCÜ REMİZ: Ey dünyaperest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için, birbiri içinde in'ikâs edip, göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür. Çünkü o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi mâdum ve gayr-ı mevcut oldukları halde, birbiri içinde in'ikâs edip gayet kısa ve dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat hayale karışır; mâdum bir dünyayı mevcut zannedersin. Nasıl bir hat, sür'at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi, senin de dünyan hakikatçe dar, fakat senin gaflet ve vehim ü hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını, çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki, o geniş dünyan kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz. Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür'atli akar. Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.” Mesnevi-i Nuriye, Zühre
  2. [2] Cennette “altımızdan” akacağı söylenen ırmaklar, buradaki mevcudat seli olmasın?
  3. [3] “...bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.” 29. Mektup
  4. [4] “Cennet tenasül yeri olmadığından…” 32. Söz
  5. [5] تنظر الى الاسلاف الميّتين، كنهم احياء غائبون، فلا تعتبر بالموت — “Ölüp gitmiş olan geçmişlerine baktığı zaman, sanki onlar hayatta imişler de gözden kaybolmuşlar gibi bakar, ölümden ibret almaz.” Mesnevi-i Nuriye (sayfa 313).
  6. [6] Orta yaş krizinin doğru kullanımına Eski Said’i Yeni Said’e dönüştüren şu hadise örnek verilebilir. İngilizce’deki şu manidar sözü de bu bağlamda hatırlayabiliriz: “You never let a serious crisis go to waste.”
  7. [7] “Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” 6:59