Zaaf, Muzaaf, Riba ve Terbiye
Bu dört kelime birbiriyle ilişkili kavramlar. Zaaf ve zayıf kelimeleri yaklaşık eş anlamlı. Aynı kökü (ضعف) paylaşan muzaaf kelimesi ise kat kat artmış anlamında. Mesela,
“Kâinatta, bittecrübe, herşeyin bir nokta-i kemâli vardır. O şeyin, o noktaya bir meyli vardır. Muzaaf meyil, ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iştiyak olur. Muzaaf iştiyak, incizap olur.” 24. Söz
Muzaaf meyil ve ihtiyaç zaafiyetten kaynaklanıyor. Mesela hayata yeni merhaba demiş nazenin bir fidanın zaafiyeti ona gelişip büyüme meylini ve ihtiyacını veriyor. Fidanın böyle bir zaafiyeti olmasaydı, büyümek ve ağaç olmak gibi bir meyli de olmayacaktı. Zaafiyet arttıkça, meyil ve ihtiyaç da muzaaf tarzda artıyor. Fidandan ağaca giden kuvvetlenme sürecine ise terbiye deniyor. Bitkilerin ve hayvanların terbiyesi maddi cinsten. İnsanın terbiyesi ise hem maddi hem de manevi cinsten.
Terbiye ile aynı kökü (ربو) paylaşan ve Türkçe’de faiz olarak bildiğimiz riba “artan” demek. Riba olumsuz, dünyevi, ismi, maddi ve yanıltıcı bir artış iken, vahyin salık verdiği türden bir terbiye ise olumlu, uhrevi, harfi, manevi ve hakiki bir artışa tekabül ediyor. Riba “yeniyor”, terbiye ise “olunuyor”. Vahiy insanın nazarını maddeden manaya çeviriyor ve “yemeyi ve toplamayı bırakın, olmaya ve Allah’ın indindekine bakın” diyor.
Kur’an muzaaf artan (compound growth) ribayı şu ayetlerle yasaklıyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةً
“Ey iman edenler. Kat kat (muzaaf) artan ribayı yemeyin!” 3:130
وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
“İnsanların malları içinde artması için verdiğiniz riba Allah’ın indinde artmaz. Allah’ın vechesini isteyerek verdiğiniz zekatlar ise, işte kat kat artırılanlar onlardır.” 30:39
30:39 varlığa meftun olan ve onu sürekli artırmak isteyen insana, hakiki bir artış için malını ihtiyaç sahiplerine vermesi gerektiğini söylüyor. Yakalandığımız eşyayı artırma hastalığının ilacı, zehir-panzehir ilişkisinde olduğu gibi, yine hastalık cinsinden geliyor. Zira hakiki artışı elde etmenin yolu, eldeki emanetin sahibine satılmasından geçiyor. Eğer emanet mal cinsindense, o zaten bizim değil. Yok eğer istidad cinsindense, onun burada vahyin rehberliğinde kuvvetini bulması gerekiyor. Bunları yapmadığımız takdirde, teksir etmenin ve kesretin içinde boğulmaktan kurtulamıyoruz (102:1). [1]
30:39’da “Allah’ın indindeki artış” ile buradan ahirette varlık cinsinden karşılığı olan bir terbiye edinme kastediliyor. Burada Yaratıcının adına geliştirilen kabiliyetler ve sarf edilen mallar hem burada istidad ve mana cinsinden nemalanıyor, hem de bunların ahirette vücudi bir karşılığı oluyor.
Tecrübe ettiğimiz varlığın artmasını ve devam etmesini istememiz gayet fıtri. Öte yandan, eşya ile girdiğimiz ilişkiler mana ve ahiret boyutlarından yoksun olduğunda ister istemez ribaya yöneliyoruz. Ribayı kat kat artan faiz olarak anlayabileceğimiz gibi, ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak yerine istif istif yığılan her türlü eşya (mesela itibar) şeklinde de anlayabiliriz. Sırf eşyanın kendisi için kurduğumuz bu tür ilişkiler elemimizi ve hüznümüzü artırmaktan başka bir işe yaramadığından, Kur’an bunu mideyle (beşeriyetle) ve yemek ile bağdaştırmış (“riba yemeyin!”). Zira insaniyetimizi (aklımızı, kalbimizi, ruhumuzu, vs.) ancak eşyanın Sahibine bakan manası ve ahirete bakan dönüşü tatmin edebilir. Böyle bir tatmini de ancak eşyanın Sanatkarına bakan manasını devşirerek, kabiliyetlerimizi onların Sahibi adına kullanıp nemalandırarak ve elimizdekileri diğer ihtiyaç sahipleriyle paylaşarak elde edebiliyoruz.
Riba yemeyi bırakıp vahyin terbiyesine giren zayıflar, muzaaf tarzda artan ihtiyaçlar, manalar ve gelişen kabiliyetler ile zaif-i kavi olma yolunda ilerliyorlar, yani nokta-i istinadları olan Allah’a iman ile kuvvetleniyorlar. Herkesin kuvveti isnad ettiği yani dayandığı şey nispetinde. Burada vahyin terbiyesine girmeyenlerin dayanakları kendileri kadar, güvendikleri ilişkiler de bir örümceğin evi kadar zayıf (29:41). Ankebut suresine ismini veren ve evlerin en zayıfında iskan eden örümcek, zaafiyetini vahyin terbiyesine girmeye vesile kılmayan ve ribada kalan kimseyi temsil ediyor.
- [1] Eşyada gözlemlenen özelliklerin hazinelerinin sahibini tanıtmayan tarzdaki bir çoğaltma yani teksir, hem kemiyet hem de keyfiyet cinsinden olabilir. Kemiyet versiyonunu zaten biliyoruz. Eşyayı keyfiyeten de teksir edebiliriz. Mesela vahyin terbiyesinden geçmemiş bir tarzda çocuk sayısını artırmak isteyebileceğimiz gibi, yine aynı tarzda onların mesleki eğitimlerini artırmaya odaklanabiliriz. Problem artışta değil, artışın yüzeyselliğinde ve manasızlığında. Vahiy bize çocuklarınızı artırmayın veya eğitmeyin demiyor; onlarla kurduğunuz ilişkinin vechesini onların sahibine çevirin ki, bu faaliyetinizin bir kıymeti olsun ve riba mertebesinde kalmasın diyor.