Yahudi “Problemi”
Konu İsrail olduğunda, genellikle içimizde nefretten başka bir duygu bulamıyoruz. Eskiden beri dünyanın bu kadar katliama ve haksızlığa nasıl duyarsız kalabildiğini anlamakta zorlanırım. İçinde yaşadığım şartların da etkisiyle, son zamanlarda karşı tarafı ve destekçilerini biraz daha anlamaya çalışmam gerektiğini farkettim.
Bizim kültürde yahudiler genel itibariyle bir “problem” yani sürekli gereksiz sıkıntı ve ihtilaf çıkaran bir millet olarak görülüyor. Gerçekten de, tarihteki pek çok isyan ve ihtilalde rol oynamışlar gibi gözüküyor. Kur’an da onlara gönderilen peygamberlere itaat etmediklerini söylüyor. Diğer yandan, tartışmasız pek çok soykırıma maruz kalmışlar ve buna rağmen binlerce yıldır kimliklerini ve birliklerini muhafaza etmişler. Bunu başarmak basit bir mesele değil.
Yahudilerle ilgili aklıma iki önemli ayet geliyor. Birincisi:
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
“And olsun ki onları bir bilgi üzere tüm âlemler (insanlar) üzerine tercih ettik.” 44:32
Müfessirler bu ayeti “kendi zamanlarında vahye muhatap kabul edilerek tercih edildiler” diye yorumluyorlar. Bu doğru olmakla beraber, ben bu tercih edilme meselesinin sadece o zamanla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Tarih boyunca yahudiler hep “başarılı azınlık” olmuşlar. İçinde bulundukları toplumlarda hep başarılarıyla öne çıkmışlar. Mesela sultanların ve kralların doktorları genellikle yahudiymiş. Bugün bile dünya nüfusunun %0.2'sini teşkil ettikleri halde, Nobel ödüllerinin %20'den fazlası Yahudilere verilmiş. Ortalama zeka seviyelerinin bizimkinden yüksek olduğu son derece açık. Tabii yahudilerin böylesi bir genetik tercih edilmeyi doğru kullanıp kullanmadıkları ayrı bir mesele.
Başarılı ve zengin azınlıklar onlara nazaran başarısız ve fakir çoğunluğun zulmünü mıknatıs gibi kendine çeker. Tarih boyunca maruz kaldıkları zulümlerin ardındaki bir sebep de bu. Ne zaman ki insanlık tekemmül ede ede bilginin, bilgi üretmenin, yüksek kabiliyetin kıymetini anlamış ve başarılı azınlığı barbarca katledemez ve onların mallarını gasp edemez olmuş, yahudiler iyiden iyiye yükselişe geçmiş. İngilizlerin kolonizasyonu sistematize etmelerinde yahudiler büyük rol oynamış. Yurtlarından çıkarılmaya alışkın olduklarından, bakir Amerika topraklarına en kolay onlar göç etmiş ve oradaki fırsatları en çok onlar değerlendirmiş.
Yahudilerle ilgili ikinci önemli bir ayet:
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَب۪يرًا
“Kitapta İsrailoğullarına bildirdik ki, siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz / böbürleneceksiniz.” 28:83
Gayet belli ki, Yaratıcının bu alemde oynanan tiyatroda yahudilere biçtiği bir rol var. Onlar rollerini bilerek veya bilmeyerek gayet güzel oynuyorlar. Peki, biz onlara diş bilemekten başka birşey yapıyor muyuz?
Bu dünyada başarı da, başarısızlık da imtihan konusu. Başarının maddi veya manevi oluşu birşey değiştirmiyor. Başarılı görünen kişi başarısını kendine veya ırkına izafe ederek hakikat nazarında başarız, başarısız görünen kişi de tecrübelerinden çıkardığı eğitimle hakikat nazarında gayet başarılı olabilir. Yüksek zeka bir kimsenin en büyük handikapı olabilir. Zira “ben/biz bu hayatı ve anlamını kendi başımıza halledemeyeceğiz” düşüncesi vahye itaati ve rasule ittibayı önceliyor. Hele ki bu bilim ve teknoloji çağında böylesi bir acziyeti hissetmek hepten zorlaştı.
Yahudilerin bir diğer handikapı da, pek çok peygamber onların ırkından gelmiş. Burada da ciddi bir imtihan var. Bir Türkler bile kendi ırkımızdan gelmiş bir peygamber bilmediğimiz halde kendimizi birşey zannederken, bir yahudinin kendi toplumunu ne derece yüksek görebileceğini artık siz hesap edin. Bunun üstüne müslümanlar onların seçilmişliğini hiçe indirircesine diyor ki, “sizin peygamberlerinizin hepsi Muhammed’i müjdeledi, onun ardında saf tuttu ve onu imam edindi.” Onların yerinde kim olsa kıskançlık damarı kabarır. Hristiyan onun canına ve malına kastetti; müslüman ise itibarına ve manevi otoritesine. Görünüşe göre ikincisi daha çok damarına dokunuyor. Kudüs’ü hristiyanlarla paylaşmak onlara o kadar ağır gelmiyor, ama müslümanlarla paylaşmak geliyor. Çünkü biz işte tam da orada onların peygamberlerinin Muhammed’in arkasında saf tuttuğunu söylüyoruz.
Onların handikapı var da, bizim yok mu? Olmaz olur mu? En basitinden, 28:83’ü okuyup hemencecik onları zalim ve kendimizi mazlum tarafına koyuveriyoruz. “Allah bile kitabında yahudilerden bunca şikayet ettiyse, bu lanet olasıcalar mümkün değil iflah olmaz” diyoruz. Bu arıza en çok da mazlum edebiyatından en çok beslenen Şia’da gözlemleniyor. O kadar ki, hayatta İsrail’i haritadan silmekten başka bir ufuk göremiyorlar. Halbuki afakta gördüğümüz zulmün izdüşümünü öncelikle kendi nefsimizde aramamız, kendimizi ve liderlerimizi masum görmeyi bırakmamız gerekiyordu. Yanıbaşımızda elimizle düzeltmemiz gereken zulümlere kayıtsız kaldıkça, buğz etmekle yetinebileceğimiz zulümler katlanarak üzerimize geldi.
Bir başka deyişle, yahudi probleminin karşısında müslüman problemi var. Biz yahudi problemini dert edinirken, çoğu yahudi ve hristiyan problemin kaynağı olarak bizi görüyor, yani herkes başkasını problem görmeye meyilli. Genel itibariyle kimse kendisini problemin kaynağı olarak görmüyor.
Müslümanlar olarak uzunca bir zamandır moderniteye uyum problemi çekiyoruz. Ya modernist olup dine lakayt kalıyoruz, ya da çareyi camiye, tekkeye, kıra, bayıra, mağaraya, vs. kaçmakta buluyoruz. Kimileri de kendine terörizm gibi hobiler buluyor. Dini otoriteyi elinde tutan merkezin değişime alerjisi var. Kur’an içinde bulunduğumuz çağın gereğine uygun bir esneklikte ve derinlikte yorumlanmıyor. Değişimin hızı artıp gençliğin hepten kaybedildiği şu günlerde, panik ataklar da o nisbette artıyor.
Aslında yahudi problemi ve müslüman problemi diye birbirinden bağımsız problemler yok. Bunların hepsi tek problemin farklı yansımaları—aynen Yusuf suresinde kardeşlerin yaşadığı problemle Yusuf’un veya Züleyha’nın problemlerinin birbiriyle bağlantılı olması gibi. Bu farklıymış gibi görünen problemlere yukarıdan bakan ve aradaki bağları kuran teorik bir perspektif geliştirmek ve uygulamasını profesyonel hayatta gösterebilmek lazım. [1] Değilse, herkes kendi bildiğini tekrar etmekten başka birşey yapmıyor. Dinini nefret üzerine bina eden Şii molla, camideki taklitçi / maaşlı hoca veya profesyonel hayattan kaçan sözümona tahkik ehli nurcu abi tepemize inen bombalardaki veya elimizden kayıp giden gençlikteki sorumluluğunu görmeye yanaşmıyor.
- [1] Profesyonel hayattan meslek erbabını kastediyorum. Her türlü kariyer (şirket, akademi, bürokrasi, sağlık, güvenlik, vs.) bunun kapsamına girer. Meslek insanın hayata ve varlığa tutunduğu dal gibidir. Her peygamber bir meslek icra etmiş ve her peygamberin bir numaralı düşmanı dini meslek edinenler olmuş. Bu, tüm din adamlarını itham ettiğim anlamına gelmiyor. Öte yandan, din adamlarının imtihanının çok daha çetin olduğu da muhakkak.