Şerar ve Şer
Arapçada şerar kıvılcım demek ve şer ile aynı kökü paylaşıyor. Bu kelimeyi bana şu cümle tanıttı:
“İşte o fezlekelerde Kur'ân'ın hikmet-i ulviyesinden bazı işarat ve hidayet-i İlâhiyenin âb-ı hayatından bazı reşaşat (sızıntılar), i'câz-ı Kur'ân'ın berklerinden (şimşeklerinden) bazı şerarat (kıvılcımlar) vardır.” 25. Söz
Bu cümlede hidayet-i İlahiye hayat veren suya, Kur’an’ın mucizevi yani aciz bırakan varlık açıklaması da şimşeğe benzetiliyor. Kur’an’ın hayat veren hidayetini tikel ayetlerden bize ulaşan sızıntılar ile tecrübe ederken, onun i’caz şimşeğini de önerdiği varlık modelinin detaylarının bizde oluşturduğu manevi kıvılcımlar ile görüyoruz.
Kıvılcım ve sızıntı arasında bir öncelik ve sonralıktan söz edilebilir. Nasıl ki şimşek yağmuru önceliyor, Kur’an’ın zihnimizde çaktığı kıvılcım ve gösterdiği şimşek de üzerimize yağan mana çisesinin ve yağmurunun öncesinde geliyor – aşağıdaki ayette belirtildiği gibi:
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
“Size korku ve ümit içinde şimşeği göstermesi ve gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda akleden bir topluluk için ayetler vardır.” 30:24
Ancak tüm kainata varlık verenin muhatap olduğumuz bir kavli ayeti söyleyebileceğini veya bir kevni ayete varlık verebileceğini farketmemiz lazım ki, ölmeye yüz tutmuş mana alemimiz o ayetten gelen sızıntılar ile beslenebilsin.
Şer ve şerar (kıvılcım) kavramları arasında da bir bağ kurmamız gerekir. Şer, adem ve yoklukla, kıvılcım da ateş ile alakalı. Kıvılcım ateşi husule getirdiği gibi, yokluğun tecrübesi de şer algısını meydana getiriyor. Şerrin gereğinin çalışıldığı 24. Mektubun Birinci Makamında şöyle bir cümle var:
“Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor. Ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi mevt ve ademi, zevâl ve firakı iktiza ediyor.”
Mevt, adem, zeval ve firak şerri algılamamıza imkan veren farklı tecrübeler. İçinde bulunduğumuz alemde hadsiz bir faaliyet olması lazım ki, bu faaliyetler onların failinin hadsiz ve mutlak özelliklerine durmaksızın işaret edebilsin. Burada bu tür bir faaliyet olabilmesi için de mevt, adem, zeval ve firak cinsinden tecrübelerin müşahede edilmesi yani şerrin algılanması gerekiyor. Bu tecrübeler insanın manevi alemini harekete geçiren kıvılcımlar mahiyetinde. Nasıl ki bir kimyasal tepkimeyi (reaksiyonu) tetikleyecek ısı (ateş) cinsinden bir enerjiye ihtiyaç olur, manevi çarklarımızı döndürmek için de şerrin tecrübesine, “nasıl oldu da kaybettim”, “şöyle olsaydı, böyle olmazdı” gibisinden düşüncelerin (kıvılcımların) mana alemimizde zuhur etmesine ihtiyacımız var.
Zaten takip eden cümlelerde müellif bu tür bir manevi tepkimenin bir örneğini vermiş. Masnuatta yani gözlemlediği sanat eserlerinde tecelli eden faaliyetler ona onların o ana kadar bildiği gayesinden daha üst seviyede bir gayesi olması gerektiğini sorgulatmış ve göstermiş:
“Şu gaye bir sene bana kâfi geldi. Sonra …”
Fakat faaliyetler ve faaliyetlerin ürettiği zeval ve firak durmak bilmediği için, masnuat için bulduğu bu gayenin de yeterli olmadığını ve daha da üst seviyede bir gaye olması gerektiğini anlamış, bulmuş, ve fakat o gaye de ancak belli bir süre ona yeterli gelmiş:
“Şu gaye hayli zaman bana kâfi geldi. Sonra …”
Velhasıl, burada nihayetsiz bir faaliyet içine konmuşuz ki, şerlerin çaktığı yeni kıvılcımlar eğitimimizi tetiklesin ve nihayet konulmamış istidatlarımız nemalansın. Medeniyet insî ve cinnî şeytanların çaktığı kıvılcımlar ile tekamül ediyorsa [1], tarih devam ettiği sürece insanlığın tekamülü için bu kıvılcımlar çakılmaya devam edecek demektir.