Şer olmazsa, hayır bilinmez.
“Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlikle, hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur. Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey, bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çok hakikatler olur.” –11. Şua
Yukarıdaki cümlelerin hepsinin insanın vechesinden bakarak söylendiğini akılda tutmak lazım. Cennet haddizatında çok güzel bir yer olabilir. Fakat insan onun kıymetini Cehennem olmadan kavrayamaz.
Yukarıdaki cümleler şu şekilde devam ettirilebilir:
Fena olmazsa beka …Hastalık olmazsa şifa …
Hata olmazsa doğru …Batıl olmazsa hak …
Zulüm olmazsa adalet …Manayı ismi olmazsa manayı harfi …
…bilinmez ve dolayısıyla ehemmiyeti olmaz.
Şerlerin, fenanın, hastalıkların, hataların, zulmetlerin, çirkinliklerin, elemlerin, zulümlerin, nefs-i emmarenin, felsefenin, manayı isminin ve Cehennemin vechelerini onların Sahibine çevirebilirsek, onlardan daha az rahatsız olmayacağımız gibi, aslında sırf hayrı yani varlığı farkedelim diye algımıza girdiklerini anlar, böylelikle hem kainat ve hem de kainatın Sahibi ile barış (selam) içinde yaşarız. Bunu yapamadığımız takdirde, burada olan biten hadiseler vehmimizdeki “ideal” dünyaya hiçbir zaman mutabık gelmeyeceğinden, stres ve sinirden yakayı kurtaramayız.
Ne ki vardır, hayırdır. Ve ne ki insanın algısına girer, var olan hayrı farketmesi içindir.