“Öğretmenleri değil, fenleri dinleyin.”
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً
“Allah o ki sizin için arzı bir makarr (karargâh), semayı da bir bina yaptı.” 40:64
Makarr, karargah, karar, takrir, ikrar, istikrar, müstekar kelimeleri hep aynı kökten (قرر) geliyor. Yani Allah insanı arza karar bulması için yerleştirmiş. Mananın lafızda karar ve istikrar bulması gibi. Mesela Kur’an’ın ayetlerini tevil ederken, çıkardığımız manaların Arapça’nın gramer yapısına uygun olması şarttır diyoruz. Burada Arapça grameri arz, o gramere münasip düşen mana da o arzın seması gibi. O arza yani gramer kurallarına riayet edilmez ise, ayetleri Kur’an’ın maksatlarıyla alakası olmayan yerlere çekmemiz gayet mümkün. İşte haddi zatında pek bir kıymeti olmayan Arapça grameri, ayetlerin anlamlarının karar bulmasında, tahakkuk ettirilmesinde çok elzem bir görev gördüğünden, kıymeti birden bine çıkıyor.
Benzer şekilde, arz diye bildiğimiz bu dünyanın da bir grameri var ki, biz ona günümüzde “bilimler” (hard and soft sciences) diyoruz. Nasıl ki bir dilin grameri o dilin nasıl işlediğini kodifiye ediyor, bilimler de bu alemin işleyişini kodluyor, o işleyişteki “pattern”ları bulup deşifre ediyor. Matematik, fizik, kimya gibi bilimler bu bilimlerin en temeli ve eskiye nazaran çok dallanıp budaklanmış durumda. Bir başka deyişle, kainat kitabının manasını deşifre etmek için kullanmamız gereken gramer ziyadesiyle kompleks ve çetrefilli bir hal almış. Kimsenin hepsini birden bilmesine imkan yok. Ancak kuşbakışı bir seviyeden genel bazı “karar bulmuş” bulgulardan haberimiz olabiliyor. Yine de yapmamız gereken, kainat kitabını okurken bu bulgulara, yani kitabın şu an kullanımda olan gramerine riayet etmek. Zira Arapça’nın gramerine riayet etmediğimizde karşımıza çıkan riskin bir benzeri (misli, kardeşi), kainat kitabının gramerine riayet etmediğimizde de karşımıza çıkıyor. Bu iki gramerin Sahibi bizi bu hususta şiddetle ikaz ediyor.
Nasıl ki Arapça gramerinin kıymeti Kur’an’ın anlaşılmasında oynadığı role binaen birden bine çıkıyor, bilimlerin kıymeti de kainat kitabının anlaşılmasında oynadıkları görev dikkate alındığında birden bine çıkıyor.
Bu konuyla ilgili risaledeki aşağıdaki parça hatırıma geldi:
“Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. ‘Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar’ dediler.
Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.”
Öğretmenler yerine fenleri dinleyin ne demek? Bu sözden maksat böyle öğretmenlerin görev aldığı okulları terk etmek olmasa gerek. Değilse, anne-baba olarak çocuklarımıza bizzat evde eğitim vermemiz gerektiğini düşünebiliriz. Peki ya eğitim hususunda hiçbir selahiyetimiz yoksa? Hem müfredatı da mı biz yazacağız? Piyasadaki tüm müfredatı Allah demeyenler yazdığından hepsinin bir falsosu var. Ne olacak şimdi? Ayıkla pirincin taşını.
Nursi “öğretmenleri dinlemeyin” derken onlara kulaklarınızı tıkayın mı demek istemiş? “Okulu bırakın, dağa bayıra çıkın, fenleri mağaralarda öğrenin” diye mi salık vermiş? Bizim o fenlere dağda bayırda ulaşımımız var mı ki? Hem zaten Nursi’nin yanından ayrılan öğrenciler aldıkları cevaptan sonra tıpış tıpış okullarına geri dönmemişler mi? Bu tür sorular çoğaltılabilir.
Önce muallimler dinlenecek, zira muallimleri dinlemeyen fenleri hiç dinleyemez. Tartışma fenlerin teorisyenleri ve öğretmenleri ile başlıyor. Asayı ilk önce onlar atıyor. Geliştirdikleri sihir fikir pazarında toplanmış herkesi etkiliyor. Bu manzara karşısında çekiniyoruz, tereddüt ediyoruz ve korkuyoruz. Musa'nın (asm) kıssası bunların hepsinin olacağını ve Yaratıcının genel planının bir parçası olduğunu bize haber veriyor.
Madem durum bu, Nursi “öğretmenlerinizin anlattıklarını nihai hakikat olarak almayın, kainata onların anlattıklarının kontekstinde ve vahyin rehberliğinde bir de siz bakın, onların yorumunun karşısına kendi yorumunuzu getirin” demek istemiş olmalı.
40:64’de geri dönersem, ayet “arz karar yeri, sema da binadır” diyor. Eğer sebepler dairesinde fenlere ulaşımımız sadece Allah demeyen öğretmenler üzerinden ise ve fenleri ve öğretmenleri birbirinden ayıramıyorsak, boşu boşuna kasmaya gerek yok demektir. Kainat kitabının grameri olan arz, “Allah demeyen öğretmenlerin öğrettiği fenler” olabilir. Nursi’nin dinlememizi salık verdigi fenlerin de o arzın seması, Kur’an’ın tabiriyle o arz üzerine bina edilen manayı harfi anlam katmanları olduğu söylenebilir...
Bir başka deyişle, Nursi öğretmenlerin anlattığı fenler ile tatmin olmayan öğrencilere, o fenler üzerine kendi semalarını inşa etmelerini salık veriyor. Arz ile semayı, gramer ile anlamı, Allah demeyen öğretmenlerin öğrettiği fenler ile lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahseden fenleri birbirinden ayırmıyor. O fenni o öğretmenlerden öğreneceğiz, akabinde onun üzerine Allah’tan bahseden (harfi) fenni vahyin rehberliğinde inşa edeceğiz. Nuh misali inşa ettiğimiz fen, herkesi dehşette bırakan seyl-i mevcudat ve onun grameri olan ismi fenler üzerinde yüzecek. Bize sel lazım. Değilse, ne edelim gemiyi, eğer sel yoksa üzerinde yüzeceği???
12. Sözdeki temsilde felsefe alimi (bilim adamı) Kur’an’ın (kainatın) sadece süsüne, yazısındaki kıvrımlarına odaklanıyor ve manasını ıskalıyor. Müslüman alim ise maddi güzelliğine önem vermiyor, manasını okuyor ve taltif görüyor. Bu manzaraya bakan kimileri diyor ki, “onlar maddeyi çalışsın, biz manasını okuyarak kısa yoldan köşeyi döneriz”... Hayır benim güzel kardeşim, bu temsilde manayı ismi nazar eden tarafın “çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir” şeklinde tasvir edilmesi maddeyle iştigal etmenin zaman kaybı olduğunu göstermiyor. Ya neyi gösteriyor? Varlığın Rabbine bakan manasının güzelliğinin ancak onun maddi güzelliğini farkettikten ve tüm güzelliğin ondan ibaret olduğunu zannettikten sonra zuhur edeceğini. Aynen Nursi’nin başka yerlerde “eyvah, aldandık; şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik” demesi ve aynen 8. Sözdeki temsilde sola ve sağa giden biraderlerin aynı kişi olması, manayı harfi nazara manayı ismi nazar ile baktıktan sonra geçebilmesi gibi. Değilse, hiçbir insan maddeye muhatap olmadan manayı edinemez ve maddi güzelliğe takılmadan manevi güzelliğe geçemez. İnsan zihni soyut olanı somut olandan önce algılayamaz.
Bu noktada “iman tohumu dalalet toprağına mı ekilecek?” itirazı akla gelebilir. [1] Evet benim melekvari kardeşim. Biz melek olma hayalleriyle kainat semalarında uçaduralım, Allah demeyen öğretmenler arzda kainat kitabının gramerini geliştirmekle meşguller. İnadı ve mesnetsiz iddiaları bırakıp bu orduda muvazzaf subay (arza halife) olarak görevimizin başına geçmemiz gerekiyor. Kainat ordusu bir hayli zamandır bizi bekliyor ve fakat biz farkında değiliz…
Gözümüz kadar sevdiğimiz iman tohumunu dalaletin karanlık toprağına gömmeliyiz. Zira dalalete varlık veren Zat, onu imanın neşvü neması için en bereketli toprak kılmış. İçimizdeki itirazlar göğe kadar da yükselse, bunu yapmak zorundayız. İbrahim gibi en sevdiğimizi kurban etmeliyiz. Musa’nın annesine emredildiği gibi, bebeğimizi “tabut”a koymalı ve denize atmalıyız. Risk alacağız. Zarar edeceğiz. “Yanlış bildim, yanlış gördüm, yanlış yaptım, hepten ziyan ettim” diyeceğiz. Uyku tutmayacak ve kalbimiz boş sabahlayacağız. Fenlerin vahiy ve risalet perspektifinden yorumunu da ancak ondan sonra duyabileceğiz.
Vakit, emre itaat zamanı.
- [1] Bu konuyla ilgili olarak Arzda Kaybolmak başlıklı yazıya bakılabilir.