Nun-za-ra (نظر) Kökünü Paylaşan Önemli Kavramlar

Arapça’da نظر kökünü paylaşan pek çok kelime var. Bizi en çok ilgilendiren kavram nazar. Manayı ismi ve manayı harfi nazar dediğimizde, iki teorik bakış açısını kastediyoruz. Nazar etmek, bakmak demek. Bu bir şeye sathi bir bakış da olabilir, imani bir bakış da; öylesine bir göz atmak da olabilir, teorik bir bakış ve araştırma da.

Münazara, nazar ile yakından alakalı bir kelime. Münazara yapan tarafların her biri, aynı konuya farklı bir nazardan yaklaşarak kendi perspektiflerinin daha makul olduğuna karşı tarafı ikna etmeye çalışırlar. Bir nevi birbirlerine nazire yaparlar, yani konuya alternatif bir anlayış getirirler. Nazire kelimesinin benzer, eşit, boy ölçüşen gibi anlamları var. Münazaralar ve nazireler eşyaya farklı farklı nazar etme kabiliyetimiz sayesinde ortaya çıkıyor.

Kur’an, bakmak yani nazar etmek ile görmeyi, yani basar etmeyi, yani basireti birbirinden ayırıyor:

وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

“Onların sana baktıklarını görürsün. Halbuki onlar görmezler.” 7:198

Rasule bakan herkes onun bedenini ve iddialarını görse de, herkes onun risalet vazifesiyle görevlendirildiğini ve ondaki yetkiyi görmüyor. Onlar sadece surete bakıyorlar. Halbuki dikkat kesildikleri o suret buzdağının su üzerindeki küçük bir kısmı gibi; dağın azameti ise suyun altında saklı. Rasulun kıymetinin azameti surete değil manaya ve mananın ardındaki otoriteye bakmakla, yani ona manayı harfi nazar etmekle görülebilir.

Yukarıdaki ayetin يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ kısmı “sana bakarlar” demek. نَظَرَ fiilinden sonra gelen اِلَى edatı neye bakıldığına işaret ediyor. Buna bir başka örnek:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

“O gün birtakım yüzler aydındır; Rablerine bakmaktadırlar / nazar etmektedirler.” 75:22-23

Rabbe bakan yüzler aydın, çünkü baktıkları herhangi bir şeyin kendisine veya suretine değil, onda tecelli eden esmaya bakıyorlar ve o şeyin hakikatini görüyorlar. Onlar için eşya Rabbe bakmaya vesile olan bir ayna mahiyetinde. Bu sayede herşeyin O’na bakan güzel vechesine muhatap oluyorlar.

Bunun tam tersi durumu, yani eşyanın suretinde kalınmasını Kur’an hicab (perde) ile aynı kökü paylaşan mahcup kelimesi ile nitelendiriyor:

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ

“Hayır! Şüphesiz o gün onlar Rablerinden perdelenmişlerdir.” 83:15

Çünkü onlar eşya perdesinde takılı kaldılar. Ne perdede yansıyan kudret tecellilerini okuyorlar, ne de tenteneli perdenin arkasındaki gayb alemlerine nazar ediyorlar.

نَظَرَ fiilinden sonra اِلَى edatı gelmediği durumlarda ise karşımıza başka bir anlam çıkıyor:

هَلۡ یَنظُرُونَ إِلَّاۤ

“Onlar … dan başka bir şeyi beklemiyorlar (gözetmiyorlar).”

Yukarıdaki ifade Kur’an’da birçok ayette geçiyor. Her seferinde beklenen veya gözetilen nesne kötü bir akıbet. Eşyaya nazar eden ve fakat basar etmeyen kişiyi kötü bir akıbet yani Alemlerin Rabbine dair hiçbir şey öğrenmeme hali bekliyor. Bakmasını hakikati görmeye çeviremeyen kimse, eğitimsiz kalışa nazar etmiş ve buradaki hayatını kötü bir akıbetin bekleyişine çevirmiş oluyor.

Konu beklemekten açılmışken, نظر kökünü paylaşan intizar ve muntazır kelimelerini de buraya bağlayalım:

فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ

“O halde bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 7:71, 10:20, 10:102

اِلَى edatı olmaksızın kullanılan نَظَرَ fiili nesne alırken, yukarıdaki ayetteki انْتَظَرَ fiili nesnesiz kullanılmış. Rabbe nazar eden de, etmeyen de beklemede olsa da, beklenilen şey veya beklemenin mahiyeti aynı değil. Rabbe bakan kimse cennetin bekleme salonunda lezzetli bir bekleyiş içinde iken, perdeye takılan mahcup kimse 8. Sözdeki temsilde kuyuya düşen ve kendisine aslanın ve ejderhanın musallat olduğu biraderin cehennemi halini yaşıyor.

نظر kökünü paylaşan ve mühlet vermek anlamına gelen önemli bir fiil daha var. Bu fiilin en kritik kullanımı aşağıdaki ayetlerde geçiyor:

قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

“[İblis] dedi: Rabbim, onların dirilecekleri güne dek bana mühlet ver.” 15:36, 38:79

قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ ٱلۡمُنظَرِینَ

“[Allah İblis’e] dedi: Şüphesiz sen mühlet verilmişlerdensin.” 15:37, 38:80

Manayı ismi nazarın temsilcisi olan İblis’e diriliş gününe dek mühlet veriliyor. Bir başka deyişle, eşyaya manayı ismi ile nazar ancak diriliş gününe kadar edilebiliyor. Yukarıdaki ferman ile İblis’e hem mühlet hem de manayı ismi nazarın temsilciliği veriliyor. Bu sayede İblis insanları eşyaya manayı ismi ile nazar ettiriyor. Diriliş günü geldiğinde ise artık bu mümkün değil, zira o gün manayı ismi nazarın hükmü ortadan kalkıyor ve her şeyin hakikati ayan beyan karşımıza çıkıyor. Çünkü diriliş günü baktığımızın hayattar hakikatini gördüğümüz gün. O hakikati yani o şeyde yansıyan Rabbin esmasının tecellilerini gördüğümüzde eşya ile beraber diriliyoruz ve hayatın hayatına kavuşuyoruz. İşte İblis’e verilen mühlet hakikati görmemiz ve dirilmemizle birlikte nihayete eriyor. Zira İblis’in zulmeti esmanın tecelliyatının parlaklığının nihayetsiz derecelerini farkedebilelim ve tanıyabilelim diye var. Bu tanımanın gerçekleşmesinin akabinde, İblis’in hiçbir hükmünün olmadığını (34:21) ve ademin ademiyetini de farkediyoruz.

Tüm bunları göz önüne alarak, aşağıdaki ayetleri de biraz daha farklı anlayabiliriz:

مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ

“Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da onlara göz açtırılmaz (mühlet verilmez).” 15:8

Herhangi bir eşyanın veya tecrübenin meleğin getirdiği harfi yani onun hakikatini bildiren hak manası bize indiğinde, artık onun ismi manasına göz açtırılmıyor ve mühlet verilmiyor. Bir başka deyişle, ismi mana harfi manaya nazire yapamıyor. Zira artık hak gelmiş, batıl zail olmuş ve hak batıl kanvasında öğrenilmiştir.

وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكاً لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ

“‘Ona bir melek gönderilmeli değil miydi?’ dediler. Eğer biz bir melek indirseydik, elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz açtırılmazdı (mühlet verilmezdi).” 6:8

Her ne kadar rasulun getirdiği mesaj hakikat olsa da, o mesajın tahkiki ve tasdikinden biz sorumluyuz. Bu alemde hak ile batıl birbirine karışmış vaziyette. Vahyin rehberliğinde hakkı batıldan ayırmayı öğreniyoruz ve kendimize bir furkan ediniyoruz. O furkan gökten zenbille inmiyor; bilakis onun inişi bizim ihtiyacımıza ve gayretimize bakıyor. “Ona bir melek gönderilmeli değil miydi?” sorusu işte böyle bir zenbille inişi kastediyor. Eğer furkan gökten zenbille inseydi ve rasulun gelmesiyle hak ve batıl otomatik olarak kendi kendine birbirinden ayrılıverseydi, İblis’in mühleti ortadan kalkardı, manayı ismi nazara göz açtırılmazdı ve dolayısıyla bu alemde herhangi bir eğitim gerçekleşmezdi.

قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

“De ki: Fetih günü, kafirlere imanları fayda vermez ve onlara mühlet de verilmez.” 32:29

Bir şeyin harfi manası bize açıldığı fetih günü, artık o manayı kapatan önceki ismi anlayışlarımızın bize herhangi bir fayda vermediğini görüyoruz—her ne kadar o manalara o güne kadar çok itimad etmiş olsak bile.

فَمَا بَكَتۡ عَلَیۡهِمُ ٱلسَّمَاۤءُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَا كَانُوا۟ مُنظَرِینَ

“Sema ve arz onlar için ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.” 44:29

Sema ve arz kendi hakikatlerinin bilinmesini arzu eder. Kendilerinden ismi manalar edinenlerin harfi ve hakiki manalara geçiş yapmaları onları memnun eder. Kendileriyle alakalı terk edilmiş ismi ve batıl manalar için üzülmezler. Zira o manaların hükmü geçmiş ve onlara tanınan mühletler ortadan kalkmıştır.

Bu yazıyı نظر kökünü paylaşan nazar etme, münazara, nazire, bekleme ve mühlet verme gibi ilk bakışta ilgisiz gibi görünen kavramlar arasındaki bağları kurmak maksadıyla yazdım. Bu bağlar kurulunca, yukarıda verdiğim ayetler arasındaki ilişkileri yakalamak da kolaylaşıyor. Ben çok istifade ettim. Umarım size de bir faydası dokunmuştur.