Nefisten Yapılan Zevce ve İstenen Salih

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَا

“Sizi tek bir nefisten var eden ve ondan da, kendisinde sukunet bulması için onun zevcesini (eşini) yapan O’dur.” 7:189

Her birimiz tek bir nefisten var ediliyoruz. Yani buradaki hikayemiz nefsimize varlık verilmesi (خَلَقَ) ile başlıyor. O nefisten de onun zevcesi yapılıyor (جَعَلَ). Nefsimiz o zevce ile sukunet ve huzur bulur diyor ayet. Bunu bir evde huzur bulmak gibi düşünürsek, insanın kainat evinde misafir edilmesini, sakini olduğu o evi “zevcesi” edinmesine benzetebiliriz. Afakın enfüse zevce olması gibi. Enfüsün zevcesi olan afak yani hususi alem, bizzat nefsin kendisinden yapılıyor. Her bir canlının afaki alemi onun nefsine takılı özelliklere göre şekil alıyor.

En kapsamlı afak insana ait. İnşası da uzunca bir zaman alıyor. Mustafa Ulusoy afakın inşa edilme sürecini insanın nesne temsilleri aracılığıyla tüm kainatı içine alması olarak tarif etmiş:

"Dışarıdaki kainatın insanın içinde de kurulabilmesi için, ilişkide bulunduğu her nesnenin temsilini içine alabilme özelliği insana verilmiştir… Kurulu olan kainat, insana verilen bilinçle insanın içinde de kurulur… Buluğ çağına gelen bir insan, içselleştirme açısından gelişimini tamamlamıştır."

Bir başka deyişle, hariçteki kainatın bir temsili olan afak insanın içinde yani nefsinde kuruluyor—aynen 7:189’un belirttiği gibi. Nursi, insanın içinde kurulan bu kainata “hususi alem” diyor:

"Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır. Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir [Yaratıcıdır]. Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır. Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sâhibinde [kişinin nefsinde] olup letâifiyle bağlıdır. O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir. Evet, ayinede irtisam eden bir bahçe, hareket, tegayyür ve sair ahvalinde ayineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de, merkezi olan o şahsa tâbidir: Gölge ve misal gibi."

Hususi alem kişinin kendisine yani nazarına tabi—gölgenin bedene ve aynada yansıyan görüntünün aynaya tabi olması gibi. Beden eğriyse, gölge de eğri. Ayna kirliyse, görüntü net değil. Nefs nasılsa, zevcesi olan hususi alem de öyle. Başka bir deyişle, hususi alem nefisten ve nazarından yapılıyor ve o nazar ile renkleniyor.

Ayete devam edelim:

فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَف۪يفًا فَمَرَّتْ بِه۪ۚ

“O onu (zevcesini) kaplayınca, hafif bir yük yüklenir ve bir süre onu taşır.” 7:189

Nefs ve zevcesini enfüs ve afak (hususi alem) şeklinde yorumlamaya devam edelim. Hususi alem nefsi tamamen kaplayınca, nefs hafif bir yük yüklenir diyor ayet. Zaman geçtikçe ağırlığı artacak olan bir yük bu. Yük denince akla insanın yüklendiği emanet (33:72) ve yükünü gemiye bırakması gereken kişinin temsili (23. Söz) geliyor. İnsanın varlığa meftun kılındığını ve görevinin de varlıktan mana devşirmek olduğunu düşünürsek, yüklendiği emanetin varlığın mana yönüne muhatabiyetle alakalı olduğu söylenebilir. Bu muhatabiyet de sorularla başlıyor. Buluğ çağına gelen insanın zevcesi olan hususi alem artık onu tamamiyle kaplayınca, insan ilk etapta hafif olan bir yük yani bir takım sorular yükleniyor: “Ben ve bu eşya (zevcem) nereden geldik, burada ne işimiz var ve buradan sonra nereye gidiliyor?”

Gençliğin geçmesi ve orta yaşa girilmesi ile birlikte bu tür soruların ağırlığı giderek artıyor. Herşey gibi, ağırlaşan yükün yani soruların da bir zevcesi yani cevabı var:

اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَق۪يلًا

“Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.” 73:5

Ağırlaşan soruları dölleyecek olan, ağır bir söz yani vahiy. Ayete geri dönersek:

فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

“(Zevce) ağırlaşınca, ikisi birden Rableri olan Allah’a dua ederler: ‘Eğer bize bir salih [1] verirsen, şüphesiz şükredenlerden oluruz.’” 7:189

Soruların şiddetli ağırlığını hisseden nefs ve ona tabi olan hususi alem, rableri Allah’tan sorularını vahiy ile döllemesini ve bu döllemenin neticesinden kendilerine bir salih vermesini niyaz ediyorlar. Salih istediklerine göre, sulhe ihtiyaçları olmalı. Demek ki izdivacın başındaki yani gençlikteki sukunet ortadan kalkmış. Salih, bu bağlamda yeni bir oluşuma, insanın bulunduğu mertebede kalamamasına, doğumundan itibaren özlemini çektiği vahdete kavuşmaya işaret ediyor olabilir.

Her duaya cevap veren Rabb, bu ikilinin duasına da icabet eder:

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

“Fakat (Rabb) kendilerine bir salih verince, ikisi beraber O’nun onlara verdiği hakkında ona ortaklar koştular. Allah, onların koştukları şirkten münezzehtir.” 7:190

Vahyin yüklenilen soruları döllemesi neticesinde enfüs ile afak arasında yeni bir sulh hali hasıl oluyor ve dönüşüm gerçekleşiyor. Fakat hikaye yani eğitim burada bitmiyor. Nefs ve ona tabi olan hususi alem kendilerine verilen salihi kendi istemelerine ve çabalarına maletme tehlikesi içinde. Halbuki ne istemeleri ne de çabaları onlara ait değil, zira onların varlık kaynağı değiller. İlk etapta hafif gelen ve varlığı uzunca bir süre farkedilmeyen sorular dahi onların değil. Onların payına düşen, olan bitenin hakiki failini görmek ve bunun şuuruna varmak—aşağıdaki cümlede ifade edildiği gibi:

“Hem deme ki, ‘Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.’ Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.” 18. Söz

Enfüsün ve afakın beraberce yapması gereken, sahibi olmadıkları soruların şefkat ve merhametle cevaplandığını görüp, husule gelen dönüşümü güzel bir kabul ile kabul etmek.

O halde bu ayetler bize Alemlerin Rabbinden mana ve yeni bir oluşum (tekamül) istemenin yanında, indirilen manayı ve husule gelen hal ve oluşumu nasıl kabul ettiğimize de dikkat etmemiz gerektiğini salık veriyor. O manayı biz kendi kendimize bulamayız; onun bize indirilmesine muhtacız. Kendi kendimizi dönüştüremeyiz, dönüştürülmeye muhtacız. Manayı ve dönüşümü istemek bize ait değil, kendimizi onları ister ve onlara muhtaç halde bulduk. Dönüşmeyi isteten de, dönüşümü gerçekleştiren de, dönüşümün sonuçlarını muhafaza eden de, hep O.


  1. [1] Ayet sadece salih diyor, evlat demiyor.