Mümkinatın nasıl mutlak vücudu olur?

29. Sözde şöyle bir cümle var:

“Mümkinat mahiyetlerinin mutlak kemâli, mutlak vücuttur. Hususî kemâli, istidatlarını kuvveden fiile çıkaran, ona mahsus bir vücuttur.”

Bu cümle itaat sırrı bahsinde geçiyor. Bu sırra göre Yaratıcının Kün emrine tek bir zerrenin itaat etmesi ile varlıktaki herşeyin itaat etmesi arasında herhangi bir zorluk olmaz. Hepsi aynı emri alıyor ve uyguluyor.

Cümle ilk bakışta mümkinatı yani eşyayı Yaratıcı için kullandığımız mutlak kavramıyla bağdaştırıyor gibi. Öncelikle mümkin tabirinin karşısında Vacib var, mutlak değil. Dolayısıyla, bir şey hem mümkin hem de Vacib olamaz. Peki, eşyanın vücudu hem mümkin hem de mutlak nasıl olabilir?

Böyle bir şeyin mümkün olması için mutlak kelimesinin bize yaptığı ilk çağrışım olan Absolute manasını anlamamamız lazım. Evet, mutlak kelimesinin eşya için kullanıldığı bir manası daha var. Mesela,

“Birinci nokta: Aşağıda beyan edildiği gibi, hayatın öyle bir hâsiyeti vardır ki, hayat, cüz'ü küll, cüz'îyi küllî, ferdi nev', mukayyedi mutlak, bir şahsı bir âlem gibi kılar. Binaenaleyh, tek bir insan, ‘Dünya benim evimdir. Dünyadaki envâ benim kavmimdir ve benim aşiretimdir ve bütün eşya ile muarefem ve münasebetim vardır’ diyebilir.”

Nursi burada mukayyedin karşısına mutlakı koymuş. Hayat bir şeye girdiği zaman, o şey mukayyed olmaktan çıkar ve mutlak olur diyor. Mesela bir dağ cansız olduğundan, onun vücudu bulunduğu mekanla kısıtlı yani mukayyed. Bir arının vücudu ise tüm dünya ile alakalı ve kayıt altında değil. Arının vücudu onun bedeninden ibarettir diyemiyoruz, zira hayat sahibi olması ona hususi bir alem kazandırmış ve bu sayede vücudu mukayyed bedeninden tüm hususi alemine yayılmış vaziyette. İşte müellif mutlak kelimesiyle her yere yayılmayı kastediyor.

Benzer bir kullanım mutlak ile aynı kökten gelen ıtlak kelimesi için de var:

“Mahaza, semâ kelimesinin yukarıda bulunan herşeye ıtlak edilebildiğine binaen, buluta da semâ denilebilir.”

Sema mefhumunun içine üzerimizdeki herşey girer, yani sema yukarıdaki herşeye ıtlak eder (yayılır) diyor.

O halde,

“Mümkinat mahiyetlerinin mutlak kemâli, mutlak vücuttur.”

cümlesinden kasıt, alemdeki her yere yayılan bir vücut olmalı—aynen bir arının vücudunun hususi alemine yayılması gibi. Fakat bence müellif buradaki mutlak vücuttan tüm kainatın vücudunu kastediyor. Zaten pek çok yerde kainatı bir ağaca benzeterek onun canlı olduğunu ifade etmiş.

Bunun itaat sırrıyla ne ilgisi var?

“İşte, bütün kâinatın kün emrine itaati, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itaati gibidir.”

Mutlak yani heryere yayılmış kainatın kün emrine itaati ile zerrenin itaati birbirine benzerdir diyor. Fakat her ne kadar kainatın itaati zerrenin itaatine benzese de, incizaba gelmiş ve vücudu heryeri kaplamış kainatın itaati zerreninkinin aksine mutlak bir kemaldedir demek istiyor bence. Zira bir emir karşısında (bir nefere nazaran) tüm ordunun harekete geçmesi bize o emrin ordunun her tarafına yayıldığını mutlak kemalde gösterir. Bir neferin itaati ise ancak ona hususi bir kemalde gözlemlenir.