Mizan
Mizan kelimesiyle eş anlamlı kelimeler şöyle: tartı, terazi, ölçü aleti. Edebiyattan bildiğimiz vezin kelimesi de aynı kökten ve yaklaşık eş anlamlı.
Rahman suresinde mizan kelimesi dikkat çekici bir tarzda arka arkaya üç kez geçiyor:
وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَ
“Semayı yükseltti ve mizanı kurdu.” 55:7
اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ
“Mizanda taşkınlık yapmayasınız (ölçüyü aşmayasınız) diye.” 55:8
وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ
“O halde ölçüde adaletli olun ve mizanı eksiltmeyin.” 55:9
55:7 semanın yükseltilmesi ile mizan arasında bir bağ kuruyor. 55:8 bizi mizanda taşkınlıktan, aşırı gitmekten ve sınırı aşmaktan, 55:9 ise mizanı eksiltmekten sakındırıyor. Burada bence önemli bir husus, ayet mizanda yani terazide eksik tartmayın demiyor, terazinin kendisini eksiltmeyin diyor. Hemen akla gelen soru: teraziyi eksiltmek ne demek? Üzerinde düşünmeye değer.
55:7 Rahman’ın fiiline bakarken, 55:8 ve 55:9 insanın ameline bakıyor. Mizanı kuran O. Mizanda tasarruf etme kabiliyeti verilen ve bu kabiliyetten bir ehliyet ve uzmanlık edinmeye namzet olan halife de insan. Mizan, insan ile yakından alakalı.
55:9’da hem vezin hem de mizan kelimesi var. Bu ayete göre vezin salat gibi ikame edilmesi gereken bir şey. İnsan mizanda taşkınlık veya eksiklik yapmayınca, vezni ikame etmiş oluyor. Mizanda taşkınlığa ifrat, mizanı eksiltmeye de tefrit dersek, mizanı ikame etmek bu ikisi arasında (beyne-beyne) bir sırat-ı müstakim tutturmaya denk geliyor. Elbette, vezinde istikameti tutturmak eğitimsiz olacak bir iş değil. Her eğitimde olduğu gibi, bu eğitimin de hatasız gerçekleşmesi mümkün değil.
Yukarıdaki ayetlerde adı geçmese de, adalet mefhumu hepsinde de varlığını hissettiriyor. Zira mizanda yani terazide hata yapmamak için öncelikle adalet bilincinin yerleşmesi gerekli. İlaveten, pazarda domates satmasak da, herkes hergün birşeyleri tartıyor. Mesela, söylediğimiz sözü tartarak veya tartmadan söyleyebiliyoruz. Sözü aşırı tartmanın neticesinde söylenmesi gerekeni söylememeyi ifrat, hiç tartmamanın neticesinde sözümüzle karşı tarafı rencide etmeyi tefrit olarak düşünebiliriz.
Söz söyleme yani beyan kabiliyetimizin yanında, diğer tüm kabiliyetlerimizi de tartarak kullanmamız gerekiyor. İlk etapta bir şeyleri tartmamız gerektiğinin farkında değiliz – sözü tartarak söylememiz gerektiğini bilmeyişimiz gibi. Hata yapa yapa ve zarar vere vere, tartmaktan sorumlu olduğumuzu anlıyoruz ve fakat bunun neden böyle olduğunu bilmiyoruz. Vahyin ve risaletin terbiyesinden geçmiş bir söylem bize aşağıdakine benzer bir açıklama getirmedikçe, olup biteni kendi başımıza çözemiyoruz:
“Hem onun [enenin] mahiyeti harfiyedir; başkasının mânâsını gösterir. Rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve incedir ki, bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez. Belki, eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren mizan-ul hararet (termometre) ve mizan-ul hava (barometre) gibi mizanlar nev’inden bir mizandır ki, Vâcibü'l- Vücudun mutlak ve muhit ve hudutsuz sıfâtını bildiren bir mizandır.” 30. Söz
Ene diğer mizanlar nev’inden bir mizan olsa da, herhangi bir mizan değil. Zira varlığın varlığını ve kıymetini tartıyor ve diğer tüm mizanların mizanlığını ortaya çıkarıyor. Bu sebepten ötürü, ene için belki meta-mizan tabiri kullanılabilir.
Ene olarak bilinen bu meta-mizanın ifratı ve tefriti nasıl olur? Meta-mizanın taşkınlığı, “kendime malikim” diyen kimsenin herşeyi kendine göre tartması, anlamlandırması ve yargılaması, yani terazisini Sanatkarının özelliklerini tanımak için kullanmaması olarak düşünülebilir. Meta-mizanın eksiltilmesi de, “onca hocalar varken ben kim oluyorum ki?” diyerek kendine has bir tartı geliştirmeyen, kendi fikrini ve yargısını ortaya koymayan, kendi tartısında kıymet görmeyen ve olabileceğine de ihtimal vermeyen kimsenin durumu gibi görülebilir.
Kendini nakıs / kusurlu bilmek ile kendini kıymetsiz bilmek arasında dağlar kadar fark var. Kendini kıymetsiz bilen (eksik tartan) ister istemez herşeyi kıymetten düşürüyor. Kendini kusurlu bilen ise bu halini nihayetsiz kemal Sahibine iltica etmekte kullanabiliyor. Pazarda domates tartmak için kullanılan terazinin altın tartmada noksan kalması gibi, eşyanın bir önceki kanaatimizden daha kıymetli olduğunu farkettikçe, terazimizin (varlık modelimizin) kifayetsizliğini derk ediyoruz ve onu bir üst modele yenilememiz gerektiğini anlıyoruz. Sonra eşyanın aslında daha da kıymetli olduğunu görüyoruz ve yine terazimizi değiştirmek zorunda kalıyoruz... Sonunda pes edip, Rasulullah’ın (asm) elini açıp itiraf ettiği gibi “ey Rabbim, Seni hakkıyla takdir edemedim ve edemeyeceğimi de anladım” demek zorunda kalıyoruz. Konu varlıkta tecelli eden sanatın nihayetsiz kıymetini ve eşyanın Sanatkarının mutlak özelliklerini tanımak olduğunda, imkan dairesindeki hiçbir kabiliyet bu işi tam anlamıyla yapamıyor. Akılların hayrette, tartıların kifayetsiz kalması onların kaderi:
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪
“Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.” 39:67
Eşyanın hakiki kıymeti ancak vahyin rehberliğinde bir miktar anlaşılabildiğinden ve sürekli arttığından, bize düşen teyakkuz ve istikamet üzere olmak:
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِ
“İstikamet üzere olan bir kıstas ile tartın.” 26:182
Tartmanın kıstasını ve istikametini ancak tartıya ve tartılana varlık ve kıymet veren bildirebilir. Ancak O’nun bildirdiği kıstasa ve maksada uygun yapılan tartmaların istikametinden bahsedilebilir. İstikamet üzere tartabilmek için, herhangi bir şeyi tartarken, yaptığımız işin tüm tartıların Sahibine bakan manasını okumamız, kendi tartımızdaki ve tartmamızdaki eksikliklere odaklanmamız ve yeni tartma tecrübelerimizde bir tekamül sürecine girmemiz gerekli. Zira mutlak özelliklere sahip Zatın eserlerinin kıymetinin nihayeti olmadığı gibi, onları teftiş eden ve paha biçen halifesinin kullandığı tartının kazanabileceği hassasiyetin de nihayeti yok.
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte felaha erenler (kurtulanlar) onlardır.” 7:8
Tartı hem o gün hem de bugün hak. O gün tartımızın ağır çekmesi için, bugün tartımızı hassaslaştırmamız ve eşyaya biçtiğimiz kıymeti yükseltebilmemiz gerekli. Oradaki tartımız burada tarttıklarımız ile doluyor ve ağır çektiği ölçüde hem orada hem de burada bizi felaha erdiriyor ve rahatlatıyor.