Mehbit
Mesnevi-i Nuriye’de şöyle bir cümle var:
“Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki, âyât-ı bâhire, mu'cizat-ı katıa ve secâyâ-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i İlâhî olmuştur.”
Mehbit-i vahy, vahyin indiği yer / zaman / kişi anlamına geliyor. Benim için ziyadesiyle enteresan olan husus, müellifin menzil yerine mehbit kavramını kullanması. Zira bana kalsa, Kur’an’ın inzal edildiğini (indirildiğini) bildiren sayısız ayete istinaden menzil-i vahy demesi lazımdı. Ey muhterem, neden menzil demek varken mehbit diyorsun?
Bunun benim zihnimdeki tek açıklaması aşağıdaki ayete bakıyor:
وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ
“Biz de dedik: Bazınız, bazınıza düşman olarak inin.” 2:36
Burada bahsedilen inişin kontekstini hatırlarsak, Adem ve eşine yasak ağaca yaklaşmamaları emrediliyor ve fakat Şeytan’ın tuzağına düşerek emre itaatsizlik ediyorlar. Akabinde de Rabb onları arza indiriyor. İndirilen kimseler emre gereği gibi itaat etmemişler ve kendilerini suçlu biliyorlar. Bu tür bir indiriliş bize bir “ceza” gibi geliyor. Acaba hakikaten öyle mi?
Mehbit-i vahy tabiri bu kıssa ile Rasulullah (asm) ve ona indirilen Kur’an arasında irtibat kurarak dünyaya indirilmemizin bir ceza olmadığını, bilakis aynen Kur’an’ın indirilmesi gibi çok şerefli bir vazifelendirme olduğunu bize haber veriyor. Ziyadesiyle çetin bir sınava sokulduğumuz (90:4) [2] ve çok mühim sonuçlara gebe bu alemdeki hayatımızda bizimle beraber indirilen vahiy ile elimizden tutulduğuna ve buradaki tecrübemizden maksadın Rabbe eğitim almış bir tarzda dönmemiz olduğuna işaret ediyor. Bir başka deyişle, nasıl ki bir asansör sadece aşağı inmez, hem aşağı iner hem de yukarı çıkar, kainat apartmanının alt katı (menzili / mehbiti) olan bu aleme indirilenlenler de vazifelerini tamamladıktan sonra yukarı çıkarılıyorlar. Fakat insanın sair canlı ve cansız eşyadan farkı, vazifesinin önemi ve şerefi itibariyle asansörü olan vahyi kendisi bulması, talep etmesi ve ona kendi iradesi ile binmesi gerekiyor:
“Baktım ki, o asansörler gibi nuranî menziller her tarafta var. Hattâ iki seyahatimde ve zeminin öteki yüzünde onları görmüştüm, anlamamıştım. Şimdi anlıyorum ki, şunlar Kur'ân'-ı Hakîmin âyetlerinin cilveleridir.” 30. Söz
Asansör her tarafta ve özellikle de ayağımızı bastığımız yerde. Aslında zaten asansörün içindeyiz ve fakat farkında değiliz. Anne sütü yeni doğmuş bir bebeğin ağzına kadar nasıl ulaştırılıyorsa, her neyi tecrübe ediyorsak vahyi Musa’nın asası gibi o tecrübeye vurup oradan bir pınar çıkarabileceğimiz bize bildiriliyor. Rabb-ur Rahim bizimle, an itibariyle bize nazar ediyor (52:48) [1] ve bizi yerleştirdiği asansörün “yukarı çık” düğmesine basmamızı bekliyor.