Libasın Önemi

Libas Arapça’da elbise demek. Hayvanların fıtri bir elbisesi olduğundan, onlar ayrı bir elbiseye ihtiyaç duymuyor. İnsan ise dünyaya geldiği andan itibaren üzerine bir örtü veya elbise giymek durumunda, zira diğer canlıların aksine o tamamlanmamış bir varlık. Bu tamamlanmamışlık hali insanın biyolojik yapısında bile gözlemleniyor. Diğer hayvanların aksine, insanın yavrusu nihayetsiz bir acziyet içinde dünyaya geliyor. Kendi ayaklarımız üzerinde durmamız 20 yılı alıyor. Dünyevi ihtiyaçlarımızı temin etmek için aldığımız eğitim ile içinde yaşadığımız toplumun kültürünü bir elbise gibi giyiyoruz ve bir mesleği kolumuza bir bilezik (süs) gibi takıyoruz. Böylesi bir eğitim alamayan çocuklar insaniyetten düşüyorlar. Tarihte örnekleri görülmüş.

Düşünürler insanı hayvanlardan ayıran özelliğin ne olduğu hakkında çeşitli görüşler dile getirmişler. Kimi akıl demiş, kimi lisan. Kur’an ise insanın bu tamamlanmamışlığını dikkate alarak bu soruya libas cevabını veriyor. Tabii libastan ne anladığımız nihayet derecede önemli, çünkü bu kavramın çeşitli anlam katmanları var.

Elbette libasın en açık ve net anlamı bildiğimiz ve her gün üzerimize giydiğimiz elbise. Tabii insan sadece elbise giymiyor. Kurduğumuz medeniyet ile ortaya çıkardığımız her türlü maddi ve manevi ürün bir elbise ve bir süs olarak düşünülebilir. Suretimizdeki fıtri çıplaklığımız bizi elbise aramaya, maddi ihtiyaçlarımız hayatı kolaylaştıran nesneleri (süsleri) üretmeye ve edinmeye sevk ettiği gibi, manevi çıplaklığımız ve ihtiyaçlarımız da bizi varlığı ve hayatı anlamaya sevk ediyor. Böylelikle kendimizi maddi ve manevi bir elbise ve süs toplamı olan bir medeniyet içinde yaşar halde buluyoruz.

Esas mesele eşyayı elbiseden ve süsten ibaret bilip bilmeyeceğimizde ve ürettiğimiz maddi ve manevi elbiseleri bir hilafet rütbesi [5] olarak giyip giymeyeceğimizde düğümleniyor. Libasın önemini ve manevi libas kavramını Kur’an’dan öğreniyoruz, zira Kur’an maddi libas nimetini nazarımıza verip, manevi libas ihtiyacımıza dikkat çekiyor:

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشًا۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌ

“Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek libas ve süs (geçimlikler, ziynetler) indirdik. Fakat hayırlı olan takva libasıdır.” 7:26

Bu ayet tartışmasız bir şekilde elbise ve takva kavramlarını yan yana getiriyor ve üzerimize manevi bir takva libası giymemiz gerektiğini bize salık veriyor. Tabii bu noktada ilk akla gelen soru takva libasından neyin kastedildiği. Bunun kısa cevabı manayı harfi nazar. Dünyaya geldiğimizde maddeten kendimizi çıplak bulduğumuz gibi, akıl baliğ olduğumuzda da manevi çıplaklığımızı, yani “nereden geldim, nereye gidiyorum” gibi sorularımızın varlığını ve cevapsızlığımızı fark ediyoruz. Kimse çıplak kalmaya tahammül edemediğinden, çıplaklıklarını fark eden Adem ve Havva’nın hemen cennetin ölü yapraklarını üzerlerine sıvaması gibi, biz de karşımıza çıkan birtakım fikir akımlarına kapılıyoruz ve birtakım psikolojik savunma mekanizmaları geliştiriyoruz. Bunların mahiyetlerinin ismî olduğunu ve bizi manasızlık ve fanilik ateşinden koruyamayacağını vahiy bize öğretiyor:

فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ

“Hakikatin üstünü örtenler için ateşten elbiseler biçilmiştir (onu giyerler ve üzerlerine tıpatıp oturur).” 22:19

Sol yolun (manayı ismî nazarın) ve ateşten elbisesin karşısında ise, vahyin getirdiği sağ yol (manayı harfî nazar) ve ipekten takva elbisesi var:

وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

“Oradaki (sağ yoldaki) elbiseleri ipektendir.” 35:33

İpek olarak çevrilen harir kelimesi sıcaklığı ifade eden harr / hararet ile aynı kökü paylaşıyor. Araplar ipeği sıcağın etkisini azalttığı için özellikle severmiş. Dolayısıyla, harir kelimesi insanı manasızlık ve fena ateşinden muhafaza eden ve onu serin tutan libas olarak anlaşılabilir. Kur’an kalesine sığınanlar medeniyetin karşımıza çıkardığı çeşitli ismî yani varlığı kendi içinde açıklayan ve fakat insanın beka ve kıymet ihtiyacını cevapsız bırakan fikir akımlarından (yakıcı manevi elbiselerden – 14:50) korunuyorlar.

Burada önemli olan husus, herkesin bir manevi bir libası var. Tamamlanmamışlık hissi herkeste var ve herkes onu bir şekilde örtüyor. Sosyal hayata dahil olarak kültür ve dil edindiğimiz andan itibaren üzerimize manevi bir elbise geçiriyoruz. O yakıcı yani ademe ve fenaya bulaşmış elbisenin koruyucu ve serinletici alternatifini vahiy bize getiriyor. İşte imtihan dediğimiz hadise, bu iki tür manevi elbise arasında peyda oluyor.

Özetle, çeşitli düşünürler insanı hayvandan ayıran şeyi akıl ve lisan gibi bir artı değer olarak görmüşler. Kur’an ise, ayıran şey libastır ve bu ateşten de ipekten de olabilir diyerek ayırıcı unsurun niteliğini belirsiz bırakıyor. Esfeli safiline düşebildiğimiz gibi, âlayı iliyyine de çıkabiliriz. Cehennemle de tamamlanabiliriz, cennetle de. Burası bir tecrübe meydanı olduğundan, bize verilen insaniyetin bizim için artı mı eksi mi olacağının ucu açık bırakılmış.

***********

Şimdi bu konuştuklarımız bağlamında manevi libas kavramının bir uygulamasını içeren şu iki ayeti anlamaya çalışalım:

وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ

“‘Ona bir melek indirilseydi ya!’ dediler. Bir melek indirseydik iş bitirilmiş olurdu ve onlara göz açtırılmazdı (mühlet verilmezdi).” 6:8

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ

“Eğer onu, biz bir melek yapsaydık, yine de onu bir insan suretine sokardık ve onlara yine giydikleri (manevi) elbiseyi giydirirdik [2].” 6:9

Rasule inanmayan kimselerin “ona bir melek indirilmeli değil miydi” sorularının arkasında rasule gelen meleği göremeyişleri var. Rasule inananlar vahyin ona dünya gözüyle göremedikleri bir melek vasıtasıyla indirildiğine iman ediyorlar. Rasule inanmayanlar ise “madem sana melek geliyor, neden biz görmüyoruz” diye itiraz ediyorlar. Çünkü onlar hakikatin suretten yani gözle görünenden ibaret olduğuna iman etmişler. Suretin ardına ve gaybına, zahirin batınına geçmek gerektiğine ikna olmuş değiller. Bir başka deyişle, varlıkta maddeyi esas almışlar ve eşyayı kendi içinde açıklayan söylemlerini hakikatin ta kendisi olarak görüyorlar. Kıymeti surette arıyorlar. Suretin ardında saklı bir hazine olabileceğine ihtimal vermiyorlar. Halbuki:

“Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana ‘ene’ namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini onunla keşfeder.”

Vahyin eğitimine girmemiş bir nazar kainata giydirilmiş fıtri suret elbisesini kainatın kendisi zannettiğinden ve elbise ile elbiseyi giyen zatı birbirine karıştırdığından, karşısında olan biteni anladığını zannediyor. Bir takım sıkıntılar yaşaması, kendisine ve eşyaya giydirdiği [3] manevi elbisenin yakıcı mahiyetini farketmesi ve “bu işin içinde bir bit yeniği var” [1] demesi lazım ki, bir rehberlik arayışına girsin ve alternatif bir elbisenin varlığını arasın. [4]

Rasule inanmayan kimseler “varlığını iddia ettiğiniz melekleri ve sair gaybi hakikatleri bize ayan beyan gösterin” diyerek böyle bir eğitimin varlığını reddediyorlar. Somuta takılıp soyuta, maddeye ve ismi manasına takılıp harfi manaya geçemiyorlar. Onlara göre bildikleri ismi manalar madde ile kaim. İnsan realiteyi müşahede ettiğinden ibaret bilirse, onun gaybi bir zata (gayb alemlerine) giydirilmiş bir elbise olduğunu fark edemez. Elbisenin arkasındaki o gaybi zatı eliyle koymuş gibi tarif eden Kur’an ise, bize takva elbisesini nasıl giyeceğimizi ve kainata harfi yani hakiki manasını nasıl giydireceğimizi öğretiyor.

Tüm mutlak esma hazinelerinin sahibi olan Rahman ve Rahim Zat bize hazinelerinden şanına layık tarzda hediyeler vermek istiyor. Fakat hikmeti ve rububiyeti gereği, hazinelerini buradaki maddi elbiselerin (suretlerin) ardına saklamış ve içimize fakriyeti ve hazine arama aşkını derc etmiş. O hazinelere buradaki suretlere vahyin rehberliğinde onların hakikatine mutabık gelen bir manevi elbise giydirenler erişiyorlar. Hazine keşfetmekteki heyecanı ve lezzeti bilmeyen ve “meleği / Allah’ı bize açıktan göster” diyenlerin işleri yani esma hazinelerine ulaşımları anında bitiriliyor (6:8)—ta ki “bu işin içinde bir bit yeniği var” deyinceye kadar. Manevi libas diye bir şey olmasaydı, burada böyle bir eğitim gerçekleşemezdi.


  1. [1] “Bu acip işler birbiriyle alâkadardır. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise bu işlerde bir tılsım vardır.” 8. Söz
  2. [2] Ayetin vurguladığım kısmı genellikle “onları düştükleri kuşkuya yine düşürürdük” diye çevriliyor. Halbuki literal olarak yapılan bir çeviride elbise kavramının geçmesi gerekir. Bu yazının yaptığım çeviriyi açıkladığını umuyorum.
  3. [3] Kendisine yakıcı (ademe ve fenaya bulaşmış) bir mana elbisesi giydiren kimse, nazarı ile tüm eşyaya kendisininki cinsinden bir elbiseyi de ister istemez giydiriyor—aynen devlet malından çalan bir kimsenin başkalarının çalmasına göz yummak zorunda kalması gibi.
  4. [4] “Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.” Habbe Risalesi
  5. [5] İnsan üretimi elbisenin hilafete işaret etmesi hakkında şu yazıya bakılabilir.