Koyun Davası
Davud’a (asm) başvuran iki davacının kıssasından haberiniz olmuştur. İlgili ayetleri aşağıya alıyorum:
وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
“Hasım kıssasının haberi sana geldi mi – hani onlar mihraba (mâbede) tırmanmıştı?” 38:21
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
“Davud’un yanına girince, onlardan telaşlanıp korktu. Bunun üzerine: ‘Korkma!’ dediler, ‘Biz iki hasımız. Birimiz ötekinin hakkına tecavüz etti. Şimdi aramızda adaletle hükmet, doğrudan ayrılma ve bizi doğru yola ilet.’” 38:22
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
“‘Bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benimse [sadece] bir koyunum. Bana ‘onu bana ver’ dedi ve beni bu tartışmada mağlup etti’.”38:23
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ
“[Davud] dedi ki: ‘Senin koyununu istemekle sana haksızlık yapmış. Zaten birbirine yakın kimselerin çoğu birbirlerinin hakkına tecavüz ederler – iman edip salih amel edenler hariç, ki böylesi ne kadar azdır!’ Davud, kendisini sınadığımızı düşündü ve Rabbine istiğfar etti, rukuya kapandı ve O’na yöneldi.” 38:24
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
“Biz de onu bağışladık. Şüphesiz ki yanımızda onun için bir yakınlık ve güzel bir varış yeri vardır” 38:25
Garip bir kıssa. İnsanın aklına pek çok soru geliyor. Doksan dokuz koyunu olan kişinin açgözlülük yaparak diğerinin tek koyununa göz dikmesini Davud (asm) haksız buluyor ve yanlış yapmış diyor. Fakat sonra her ne olduysa sınandığını ve hata yaptığını düşünüyor ve af diliyor. Allah da onu affetiğini söylüyor. Demek ki hakikaten ortada affedilecek bir hata varmış. Nedir o hata? O açgözlü kişinin son koyuna da el koyması ve diğerinin dımdızlak ortada kalması mı gerekiyordu? Yoksa Davud (asm) bu hadise ile kendisine verilmek istenen mesajı almadığını farketti de, onun için mi istiğfar etti? O halde o mesaj neydi?
Bazı meallerin notlarına baktığınızda, kimi tefsirlerin konuyu “Davud’a gelen mesaj” bağlamında değerlendirdiğini anlıyorsunuz. İsrailiyattan esinlendikleri anlaşılan bu tefsirler, Davud’un (asm) savaşa gönderdiği bir askerin ölümü üzerine o askerin eşiyle evlenmesini, zaten yeterince eşi (koyunu) olan Davud’un o askerin tek eşine (koyununa) göz dikmesi ile bağdaştırmışlar. Dolayısıyla, Davud (asm) bu hatasını anlayarak istiğfar etti demeye getirmişler. Böyle bir davranışın bir peygambere yakışmadığı ve kabul edilemeyeceği açık olsa gerek. Davud’un (asm) istiğfar ettiği hatanın ne olduğunu anlayamadık diye, İsrailiyatın safsata mahiyetindeki bilgilerini Kur’an’ın tefsirlerine sokmak hiç de hayra alamet değil.
Davud’un (asm) hatasını anlamak için Kur’an bize yetmeli. Bu hususta öncelikle bazı tefsirlerde geçen Davud’un yanına gelen iki davacının melek oldukları yönündeki sözlerin bana mantıklı geldiğini belirteyim. Çünkü usturuplu bir şekilde huzura çıkmak varken, duvara tırmanarak hükümdarın yanına gizlice sokulmak da neyin nesi? Davud (asm) bunlardan korkunca, davacılar ona “korkma” diyor. Yanına sokulan davacıların Davud’a “korkma” demesi, İbrahim’e gelen melek misafirlerin ona “korkma” demesine benzer (11:70, 15:53, 51:28). Dolayısıyla, Davud’a gelen davacıların da melek olduğunu söylemek bu açıdan mantıklı.
O halde bu meleklerin Davud’a ve bize getirdikleri mesaj nedir? Bu sorunun cevabının 38:23’de geçen bir kelimede saklı olduğu kanaatindeyim:
فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
“‘Bana ‘onu bana ver’ dedi ve beni bu tartışmada mağlup etti’.”
Ayetteki “onu bana ver” cümlesinin orijinalindeki karşılığı اَكْفِلْن۪يهَا. Burada kullanılan fiilin kefil ve kefalet ile aynı kökü paylaştığını düşünürsek, ayetin bu kısmını “onu benim kefaletime (himayeme) ver” şeklinde meallendirilmesinin daha doğru olduğunu söyleyebiliriz. Zaten benzer bir kullanımı Meryem’in Zekeriya’nın (asm) himayesine verilmesi bağlamında da görüyoruz (3:37, 3:44).
O halde, 99 koyunu olan taraf diğer tarafa elindeki tek koyunu kendi himayesine vermesini talep etmiş. Bu illa ki açgözlülükten olmak zorunda değil. Eğer 99 koyunu olan taraf hayvancılık mesleğinden daha iyi anlıyorsa, bu tür bir teklifin diğer tarafın hayrına olacağı bile söylenebilir. Aynen 6. Söz’deki temsilde olduğu gibi:
“Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider. Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: ‘Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude zayi olmasın.’”
Kısaca özetlemek gerekirse, bu temsil ile nefsimize takılı olan fiziksel, duygusal, zihinsel her bir özelliğin çok kıymetli olduğu, bize emaneten verildikleri, savaş ortamına benzetilen bu dünya hayatında korunmadıkları takdirde mutlaka mahvolacakları ve dolayısıyla bu kıymetli özellikleri bize emanet edene iade etmenin (onları O’nun adına kullanmanın) ne kadar karlı bir ticaret olduğundan bahsediliyor. Ayrıntılar için 6. Söz’e müracaat edilebilir. Benim kanaatim o ki, 6. Söz’deki temsil bu kıssanın vermek istediği ana mesaj dikkate alınarak yazılmış…
Bu tür bir yorum, yani 99 koyunu olan tarafın Yaratıcıyı temsil etmesi aşağıdaki hadis ile de uyumlu:
“Allah rahmeti yüz parçaya (cüze) böldü. Bundan doksandokuz parçayı kendi nezdinde tuttu. Yeryüzüne geri kalan bir cüzü indirdi. Bu tek cüzden nasibine düşen pay sebebiyledir ki mahlukat birbirlerine karşı merhametli davranır.”
Biz biliyoruz ki, bize verilen rahmet Yaratıcının rahmeti cinsinden değil. O’nun rahmeti mutlak ve zâtî. Bizim birbirimize karşı olan rahmetimiz ise mahdut (sınırlı) ve emaneten verilmiş – O’nun rahmetini tanıma maksadıyla kullanalım diye. Bu hadis bağlamında her bir koyun Allah’ın rahmetinden bir cüz oluyor ve Allah bize verdiği rahmeti bizden satın almak ve bizim adımıza himaye etmek istiyor. Rahmet yerine bize verilen diğer özellikleri de (ilim, kuvvet, hafıza, vs.) benzer şekilde bizdeki “tek koyun” gibi düşünülebilir.
6. Sözdeki temsildeki padişah, emrindeki iki adama (yani varlığa iki farklı şekilde bakabilen insana) önemli bir teklif yapıyor: “elindeki emanetimi bana sat ki, onu senin için en güzel bir şekilde koruyayım.” Ziyadesiyle mülkü olan padişah, emrindeki kişiden ona emaneten verdiği çiftliğini himayesine vermesini istiyor. Benzer şekilde, nihayetsiz ismi olan varlığın mutlak kaynağı (Vacib-ul Vücud), tek ismi olan beni ismimle beraber benden istiyor ve beni hiçbir iddiası olmayan sade ve duru bir “abd” yani O’nun manasını gösteren bir harf olmaya davet ediyor. 6. Söz’de yapılan açıklamalara bakarsanız, bu teklif bizim için bir hayli mantıklı ve karlı. İnsanın böyle bir teklifi reddetmesi pek akıl karı değil. 38:23’de davacının dediği gibi, böyle bir teklifi reddedemez halde buluyoruz kendimizi...
Her ne kadar böylesine karlı bir teklifi reddedemesek de, bu hemencecik elimizdekini sattık demek değil. Zira nefis herşeyden önce kendini sever [2] ve alıştığı şekilde düşünmeyi ve davranmayı pat diye bırakamaz. [1] İşte Davud’a (asm) arz edilen davanın arkasında böylesi bir arkaplan var.
Ben 6. Söz’ü bugüne kadar hep “ne kadar mantıklı, tabii ki satacağız” diye okudum. Halbuki sadece satmanın aklıma yattığını teslim etmişim. Bana yapılan teklifin çok karlı olduğunu teslim etmeme rağmen satış akdini imzalamamış, hatta bunun da ötesinde bir de teklifi yapanı dava etmiş olabilebileceğimi daha önce hiç sorgulamamamıştım.
Kulun Rabbini itham / dava etmesiyle ilgili başka ayetler de var. Mesela,
وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ
“Ne zaman ki onu imtihan edip de rızkını kendisine daraltırsa, o vakit de ‘Rabbim bana ihanet etti’ der.” 89:16
Muhammed Esed bu ayet hakkındaki yorumunda “insan, refah yokluğunu veya kaybını bir imtihan / eğitim olarak değil, ilahî ‘adaletsizliğin’ bir delili olarak görür” demiş. Rızkını azalttı diye Rabbini ihanetle suçlayabilen bir insanın, kendi öz nefsi ve varlığı istendiğinde nasıl bir dava açabileceğini artık siz hesap edin…
Bir Yaratıcı düşünün ki, yaptığı eser dünyaya gözünü açmasının akabinde O’nu ihanetle suçluyor, sanık koltuğuna oturtuyor, hesabını kesiyor ve cezasını icra ediyor. Söz konusu eser yaptıklarının doğruluğundan o kadar emin ki, sanığın savunmasını almaya dahi gerek görmüyor – aynen koyun davasında Davud’un (asm) suçlanan kişinin savunmasını almaması gibi. Yaratıcı tüm bunlara izin veriyor, hiç müdahale etmiyor ve sadece bekliyor. Neden? Yaratıcının eserine karşı bu kadar müsamahalı olmasının sebebi nedir?
Benim aklıma tek bir cevap geliyor: tarifinden aciz olduğumuz kudsi bir aşk. Bu öyle bir aşk olmalı ki, eserinin tüm suçlamalarını sessizce izliyor ve sabırla bekliyor – ta ki o eser güttüğü benlik davasının yanlışlığını görsün, istiğfar etsin ve O’nun kudsi aşkına layık bir maşuk olmaya azmetsin.
O halde, Davud (asm) istiğfar etmesin de kim etsin?