Kınayan kınanmıştır

(nefsini kınayan müstesna)

Kur’an kınanmışlığı hem Firavun ve hem de Yunus (asm) ile ilişkilendiriyor. Musa (asm) ve beraberindekilerin peşine düşen Firavun’un akıbetini anlatan şu ayete göre:

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌ

“O [Firavun] kınanmış bir haldeyken, onu ve ordusunu yakalayıp denize attık.” 51:40

Yunus’un (asm) kınanmışlığı ise görevini yani gönderildiği kavmini izinsiz terk etmesi akabinde gündeme geliyor:

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ

“O kınanmış bir haldeyken, onu balık yuttu.” 37:142

Bu iki kınanmışlık hali arasında önemli farklar var. Firavun kınanmışlığının farkında değilken, Yunus (asm) farkında. Firavunun hayatı kınanmışlık içinde geçerken, Yunus (asm) o hale bir kere giriyor, hatasını görüyor ve kabul ediyor, hatası tesbihine ve istiğfarına vesile oluyor ve bir daha o hataya geri dönmüyor. Hayatı başkalarını kınamakla geçen Firavun ise boğulacağını anladığı ana dek kendi hatasını görmeye yanaşmıyor. En nihayetinde de kendisinden başka kınayacak kimseyi bulamıyor.

Kınama hakkında şeytanın bize kıyamette verdiği derse kulak verelim:

فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْ

“(Şeytan dedi:) O halde beni kınamayın; kendi nefsinizi kınayın.” 14:22

Şeytan bu alemde batıl, kıyamette ise hak söz söylüyor. Şeytanın 14:22’deki hak sözü hakkında iki önemli husus var. Birincisi, kendimizi kınamakla nefsimizi kınamak aynı şey değil. Nefsin kınanması bir eğitim vesilesi iken, şahsın kınanması onun eğitimini sekteye uğratıyor. Yanlış bir tercihi öneren nefse şefkatli bir kınama onun terbiyesi için gerekli. “Ben bu hatayı nasıl yaparım!” cinsinden hem kendimize olan itimadımızı kıran hem de zaten her an kusur içinde olduğumuzu zımnen reddeden bir kınama ise bizim için zararlı. Kınanmışlık şahsımızla değil içinde bulunduğumuz hal ile alakalı. O halden çıkışımız da sadece hatamızı görmemize ve istiğfarımıza bakıyor.

İkincisi, şeytanı kınamak, hata etmemize imkan veren sistemi kınamak, yani şeytana varlık ve mühlet verilmesini açıktan veya gizliden eleştirmek şeklinde düşünülebilir. Bu tür bir hatanın arkasında şerrin ardındaki büyük hayrı (hayr-ı kesiri) gör(e)memek yatıyor. [1] Hatalardan ders çıkaranların, geçmiş hataları tekrarlamaktan Rablerine istiaze edenlerin ve hatalar ile gerçekleşen eğitimin güzelliğini (hüsn-ü bil ğayrı) görenlerin şeytanla herhangi bir derdi yok.

Kınama konusu gıybet ile de alakalı. Mesela:

“Makam-ı zem ve zecirde binler misallerinden, meselâ (49:12) اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyetinde zemmi (kınamayı) altı derece zemmeder, gıybetten altı derece şiddetle zecreder.” 25. Söz

Gıybet gaybımızdaki bir kimseyi kınamakla eşdeğer olduğundan, 49:12 onu yasaklıyor. Kınamaya cevaz verilen tek şey kişinin kendi nefsi, çünkü nefsin ona ihtiyacı var. Kendinden ve Rabbinden razı bir nefse (nefsi mutmainne) dönüşebilmesi için, öncelikle kötülüğü yani şahısları kınamayı emreden bir halden (nefsi emmare) kendini kınayan bir hale (nefsi levvame) geçiş yapabilmesi gerekli.

Kınama bizden başkalarına doğru olabileceği gibi, başkalarından bize doğru da olabilir. Başkaları tarafından kınanmayı elbette sevmeyiz. Bu gibi durumlarda verdiğimiz tepki bir hayli önemli. İnsanlar bizi eleştirmekte haklı ise, elbette kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekir. Diğer yandan, eğer esaslı bir nefis muhasebesinden sonra bahis konusu hadisede kayda değer bir hatamız olmadığına kanaat getirdiysek, kınanmamıza pek bir önem vermememiz gerekir. Böyle bir durumda konuyu başkaları için aydınlatmaya teşebbüs etmenin haricinde yapabileceğimiz bir şey genellikle olmaz. Herkes kendinden sorumlu; biz başkalarının problemini onlar için çözemeyiz—velev ki onlar problemin kaynağını biz bilsinler. Bu nokta aşağıdaki ayetle uyumlu:

لَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍ

“Onlar kınayanın kınamasından korkmazlar.” 5:54

Bu aleme kusursuz bilinmeye veya itibar kazanmaya değil, eğitim almaya geldik. Hakkın ve hakkı öğreten eğitimin hatırı âlîdir (yüksektir). Eğitimin hatırından başka bir şeyin hatırını gözetmek has öğrenciye yakışmaz.

Velhasıl, kınayan nefsimizi kınamadıkça, kınamaya varlık verilmesinin hikmetini anlamış değiliz. “Kusur, görenindir” sözünü haklı çıkarırcasına, eleştiri okları eninde sonunda eleştireni vuruyor—bilmediklerinin önce varlığını farketsin, sonra da onları öğrensin diye. Bu son nokta da bir kusur yumağı ve mükemmeliyetin aynası olan insanın arza halife olarak atanmasını eleştiren meleklere verilen veciz cevapla uyumlu:

اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

“Şüphesiz Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” 2:30


  1. [1] Şerr-i kalil ve hayr-ı kesir hakkında şu yazıya, şerrin kıymeti hakkında da şu yazıya bakılabilir.