Keşfin Keşfi
Arapça’da keşefe (كَشَفَ) fiili “perdeyi kaldırmak” demek. Türkçe’den bildiğimiz keşif de aynı kökten geliyor. Varlıkta saklı bir sırrı keşfettiğimizde, onun üstündeki cehalet perdemizi kaldırmış oluyoruz.
Bu kelimenin perdenin kalkması anlamı görebildiğim kadarıyla en bariz şu ayette belli oluyor:
لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ
(Ona denir:) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir.” 50:22
Bir kıyamet sahnesi olarak anlaşılan bu ayete göre eğitim meydanından alınıp hesap yerine getirilen kişinin gaflet perdesi hakikatin ayan beyan karşısına çıkması karşısında kalkıyor. Tabii bu ayet şu anımıza da konuşuyor olmalı. Herhangi bir tecrübede gafletten uyandığımızda, yani gözümüzden perde kalktığında, o tecrübenin bize taşıdığı manayı keşfediyoruz. Gaflet halinin ürettiği batıl cehennemi boylarken, keşfedilen hakikat cennetlik oluyor.
Diğer bazı ayetlerde ise kaldırılan şey sanki perde değil de musibetin kendisiymiş gibi. Mesela:
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
Bilâkis yalnız Allah'a yalvarırsınız. O da kendisine yalvardığınız şeyi dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. 6:41
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِ
Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? 27:62
Yalvardığımız şeyin ve kötülüğün kaldırılması ne demek? Çok zaman oluyor ki, musibet devam ettiği halde musibetin üzerindeki perdenin kalkması (keşfi) musibetzedeye deva oluyor, sıkıntısını binden bire indiriyor ve musibete karşı sabrını artırıyor. Eğitim dediğimiz şey de zaten musibetler yani problemler üzerindeki perdenin kalkmasıyla gerçekleşir.
Buna dayanarak diyebiliriz ki, 27:62’de geçen halife kavramı ile cehalet ve gaflet perdesinin kalkmasını ilişkilendirmek gerekir. Cehaletimiz ve gafletimiz olmasaydı [1] ve vahyin eğitimi ile bu perdelerimiz kalkmasaydı, arzın halifesi olamazdık.
Yine buna dayanarak diyebiliriz ki, 6:41’de cehalet ve gaflet perdelerinin kalkması ile Allah’a koşulan ortakların unutulmasını ilişkilendirmek gerekir. Esas kötülük musibetin kendisi değil Allah’a şirk koşmadır. Perde kalktığı içindir ki koşulan ortaklar unutuluyor. Vahiy hakkı ve harfi manayı getirmeseydi, batılı ve ismi manayı unutacağımız yoktu. [2]
Ve yine buna dayanarak diyebiliriz ki, 2. Lem’a Nursi’nin zararlar ve musibetler üzerindeki perdeyi kaldırma girişimidir.
Peki ya Eyyub’un (asm) hastalığı? Allah onu iyileştirmedi mi? Evet, duasına icabet edilince, ondan “zarar” kaldırılmış:
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرّ
Biz de ona icabet ettik ve ondan zararı kaldırdık. 21:84
Rivayetten de biliyoruz ki bedeni tam sıhhatine kavuşmuş. O halde كَشَفَ fiili musibetin kendisinin kaldırılması için de kullanılır mı diyeceğiz?
Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor: Eyyub’den (asm) kaldırılan hakiki zarar neydi? Hastalığın kendisi mi, yoksa “kalbine ve lisanına ilişen kurt” mu? Hayat-ı dünyeviyesini tehdit eden hastalık mı, yoksa hayat-ı ebediyesini tehdit eden mi? Hangi zararın kalkması daha önemli?
Her ne kadar bedeni tam sıhhatine kavuşsa da, kemal-i afiyet için sadece bu yetmez. Eyyub (asm) kalbi ve lisani hastalığını keşfetmeseydi, zararın ardındaki kazancı görmeseydi, zararın mahiyetinin vehmi olduğunu anlamasaydı, Kur’an bedensel hastalığın ondan giderilmesi için كَشَفَ fiili yerine اَذْهَبَ veya نَجَّى gibi bir fiil kullanırdı. Hatta belki de böyle bir hadiseyi gündeme bile getirmezdi. Kur’an bize kendi cehaletimizi, gafletimizi ve hastalığımızı keşfettirmek için konuştuğundan, keşfin olmadığı yerde كَشَفَ fiilini kullanması hikmete aykırı olur.
Binaenaleyh, biz de musibet geldiğinde, musibetin tez elden giderilmesinden ziyade, o musibet vesilesiyle hangi kalbi ve lisani hastalıklarımızı keşfettiğimize dikkat kesilmeliyiz. Değilse, amansız keşifsizlik musibetine yakalanma ihtimali her daim mevcut.