Kanun ve Namus

Kanun ve namus kelimelerinin Arapça sözlük anlamı yaklaşık aynı. Namusun Türkçe’deki kullanımı ise biraz farklılık arzediyor. Bu yazıda namusun bu iki anlamı arasındaki bağı ve bunların kanunla olan ilişkisini irdeleme niyetindeyim. Beni bu konuya aşağıdaki cümle davet etti:

“Evet, kanun emirdendir, nâmus iradedendir.”

Bu cümle ile karşılaşana kadar iman meseleleri bağlamında kanun ve namus kelimeleri benim için eş anlamlıydı. Yukarıdaki cümle ise bu ikisinin arasını net bir şekilde ayırıyor. Öteden beri benzer görünen kavramların birbirinden farkını netleştirmeyi çok faydalı bulduğumdan, dilerseniz bu konu hakkında beraberce düşünelim.

Kun emrinin eseri olan kainattaki nizam (eşyanın bütününde gözlemlenen düzen) ve intizam (eşya arasındaki düzenli irtibatlar ağı) bize kanunların varlığını bildiriyor. Tüm bilimler bu kanunları bulup çıkarmak için uğraşıyor. Mesela, galaksiler, yıldızlar ve gezegenler fizikçilerin tespit ettiği bir takım kanunlara riayet eder tarzda hareket ediyorlar. [1] Aynen bir ordunun verilen emri harfiyen yerine getirmesi gibi, gök cisimleri yörüngelerinden hiç şaşmayarak, istisnasız ve hatasız bir tarzda dönüyorlar, yani kendi Kabe’lerini tavaf ediyorlar. İkinci termodinamik kanununa göre, evrenin entropisi sürekli yükseliyor, yani evren bizim gibi yaşlanıyor. Benzer şekilde, bir şeftali tohumunu toprağa ektiğimizde istisnasız hep şeftali ağacı ortaya çıkıyor. Tespit ettiğimiz bu tür kanunların herhangi bir istisnasına rastlamıyoruz. Herşey bir saat gibi işliyor.

Bununla beraber, Ferd isminin ve İrade sıfatının bir tecellisi olarak, bir nevin (türün) hiçbir ferdi bir diğerinin aynısı değil. Şeftali nevi örneğinden devam edersek, her bir tikel şeftali ağacının kendine has bir sureti ve hüviyeti var. Ektiğimiz şeftali tohumunun şeftali ağacı olacağını, yani şeftali nevinin kanununa riayet edeceğini bilsek de, ortaya çıkacak ağacın tam mahiyetini yani “namusunu” önceden bilemiyoruz. Zira o ağaç külli bir iradenin tecellisi olarak kendine has bir mahiyet ve hüviyet ile zuhur edecek. Bir yandan ait olduğu nevin kanununa harfiyen uyacak, diğer yandan da kendisine has sureti ve namusu ile Ferd ismine ve İrade sıfatına bir ayna olacak. O ağacın biricikliğini göz ardı ettiğimizde, onun namusunu görmezden gelmiş veya hafife almış oluyoruz.

Nevlerdeki kanunun ve fertlerdeki namusun evrenin genelinde makro ve mikro seviyelerde gözlemlendiği söylenebilir. Makro aleme yani evrenin bütününe (kozmosa) baktığımızda yüksek bir nizam ve intizam görüyoruz. Bu da bize tüm eşyanın Kun emrine harfiyen itaat ettiğini anlatıyor. Diğer yandan, mikro alem olarak bilinen kuantum seviyesinde ise tamamen farklı bir resim karşımıza çıkıyor. Zira oradaki düzenin arkaplanında bir belirsizlik var (Uncertainty Principle). Evrenin genelinde gözlemlenen determinist kanunlar, atom altı seviyesinde yerlerini determinizmin buharlaştığı bir aleme, Yaratıcının külli iradesinin hiçbir şekilde sınırlanmadığı ve her an ve her yerde eğri büğrü ihtimallerden [2] birini seçerek ne isterse (keyfe mâ yeşâ) yaptığı icraatlara elverişli bir “kuantum hamuruna” bırakıyor. Bu öyle bir hamur ki, herşeyden bir şeyi ve bir şeyden herşeyi yapmaya imkan veriyor. Her bir ferde kendine has suretini ve hüviyetini veren nihayetsiz kıvrımlar [3] kuantum tezgahında dokunuyor. Bir başka deyişle, eşya namusunu atom altı seviyesindeki nihayetsiz bir iradi tecelliyat ile ediniyor.

Fizik bilim dünyası kuantum mekaniğinin açtığı çığırdan beridir Einstein’ın evrenin genelinde geçerli olan determinist Genel Rölativite Teorisi ile atom altı seviyede geçerli olan (ortodoks yani genel kabul gören Copenhagen yorumuna göre) indeterminist kuantum mekaniğini birleştiren ve her ikisini birden açıklayan bir “her şeyin teorisini” (theory of everything) bulmaya çalışıyor. Bu, kanun ve namus kelimelerini eş anlamlı kullanmaya benziyor. Kuantum teorisine “God does not play dice with the universe” (Tanrı evrenle kumar oynamaz) diyerek itiraz eden Einstein’ın anlamakta güçlük çektiği nokta burası. Geliştirdiği determinist Rölativite teorisinin de etkisiyle, o her yerde kanun ve emre itaat görmek istiyor. Halbuki emir ve irade birbirinin aynı olmadığı gibi, kanun ve namus da aynı şey değil. Burası öyle sırlı bir alem ki, hem atom altı seviyede eşya kuantum tezgahında keyfe mâ yeşâ dokunuyor, hem de makro seviyede karşımıza determinist tarzda işleyen, anlaşılabilir bir nizam ve intizam çıkıyor. İmtihan meydanı bu şekilde açılıyor.

Velhasıl, bu alem emrî ve iradî bir yaratılış faaliyetinden ötürü nizamlı ve intizamlı. Eşya mutlak bir emir ve iradenin eseri olduğundan ötürü onda kanun ve namus gözlemleniyor. Fiziki gerçekliği açıklamaya çalışanlar “her maddi şeyin teorisi”ni arıyorlar ve bulamıyorlar. Çünkü maddenin mana ile kaim olduğunu, herşeyi açıklayan teorinin manevi bir teori olduğunu ve de onu kendi başlarına bulamayacaklarını bilmiyorlar. Bu imtihan meydanında en kıymetli teori en beklenmeyen yere (Kur’an’a) saklanmış. Bu teorinin ismi de insan nesli bu alemde arz-ı endam etmeden önce konmuş: Nur-u Muhammedi. El-Esma ul-Hüsna’nın yazdığı bu alem kitabı sadece o nur ile okunuyor ve okunduğu zaman da herşey tastamam yerli yerine oturuyor. Yine imtihan sırrı gereği, o teoriyi hasbelkader kucağında bulanlar onun kıymetinin farkında değiller. O kıymet ancak ihtiyaç nispetinde anlaşılıyor.

*****

Bu yazı hakkında akla gelen bazı soru ve cevapları aşağıda listeledim.

Soru: Her şeftalinin diğerlerinden farklı olması da şeftali kanununa dahil değil mi?

Cevap: Kanun nev ile alakalı. Elbette her nevin fertleri olur, fakat fertlerin kendilerine has hüviyetleriyle beraber birbirinden ayrılması kanuna değil namusa bakıyor. Şeftaliler birbirinden farklıdır demekle, spesifik bir şeftaliyi diğer tüm şeftalilerden ayıran hüviyeti yani onun namusunu görmek aynı şey değil.

Diyelim ki karşımızda biri sarı diğeri kırmızı iki şeftali var. Bu iki meyvenin şeftali türüne ait olduğunu söyleyebilmemiz ile o meyvelerin şeftali kanununa uymaları aynı şey. Birinin sarı, diğerinin kırmızı olması ise o ikisini birbirinden ayırmamıza yarayan bir alamet-i farika. Tabii sarı-kırmızı ayrımı fazlasıyla genel bir ayrım. Normalde her bir meyvede, her bir surette nihayetsiz alamet-i farika var. O alameti vermek nihayetsiz seçimleri yani iradi tecelliyatı gerektiriyor. Bu tecelliyat sayesinde bir nevin fertleri birbirinden ayrılabiliyor, yani farkları fark edilebiliyor. Bir başka deyişle, nevin fertlerinin tam anlamıyla fert olabilmesi için Ferd isminin onlar üzerinde iradi tarzda tecelli etmesi gerekiyor—aşağıdaki parağrafta açıklandığı gibi:

“Nasıl ki o simada göz, kulak gibi âzâların umum efradında birbirine benzemesi, o nev-i insanın Sânii bir ve vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de, hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair envâın fevkinde olarak o simalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhidin iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki, bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halk etmeyen bir zât, bir sebep, o sikkeyi koyamaz.”

Mesela bir kağıt üstüne rastgele konulmuş noktalar düşünelim. Bu noktaların hepsi nokta nevinin bir üyesi deriz, fakat her bir noktayı diğerlerinden net bir şekilde ayıramadığımız sürece, o noktaların ferdiyetinden bahsedemeyiz. Eğer o noktaların bir x-y eksenine yerleştirildiğini ve her birinin koordinatlarının inceden inceye belirlendiğini farkedersek, işte o zaman her bir noktanın ferdiyetinden, hukukundan, namusundan ve onu tam da o koordinatlara yerleştiren bir iradeden bahsedebiliriz.

Soru: Mikro alemde kanun yok mu?

Cevap: Mikro kelimesinden ne anladığımız önemli. Mesela eğer atomları ve molekülleri anlıyorsak, orada da kanunlar var. Mesela:

2 H2 + O2 → 2 H2O

kanununu gözlemliyoruz, çünkü bu seviyede tanımladığımız hidrojen atomu, oksijen atomu ve su molekülü gibi nevlerimiz var. Nerede nev varsa, orada o neve has bir kanun yani özellikler ve düzenli ilişkiler bütünü var. Tüm bilimler bunları çalışıyor.

Öte yandan, eğer mikro kelimesinden atom altını anlarsak, orada olasılık hesapları karşımıza çıkıyor ve hiçbir şeyi önceden kestiremiyoruz. Bu olasılıklar yağmurun ne zaman yağacağını belli bir olasılıkla tahmin etmekten farklı. Biz ölçüm yapana kadar kuantum seviyesindeki eşyanın herhangi belirli bir özelliği yok. Ne zaman ölçüm yapıyoruz, yani belli seçimler dahilinde ölçüm yapmaya niyet ediyoruz, o zaman eşyanın özellikleri bir takım olasılıklar içinden biri seçilerek belirleniyor ve bize sunuluyor—aynen şu cümlede ifade edildiği gibi:

“Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.”

Bu, ziyadesiyle enteresan ve düşünce kalıplarımıza uymayan bir durum. Biz eşyanın bizden bağımsız olarak belirli özelliklerinin olduğunu düşünmeye alışığız. Kuantum seviyesinde ise herşey mümkün. Bunun direkt sonucu olarak, kuantum hamurundan dokunan ve fakat ucu belirsiz bırakılmış bu alem nazarımıza göre farklı bir renk alıyor, fiziksel özellikleri bile belli limitler dahilinde değişebiliyor, yani nazarımız mahiyet-i eşyayı tağyir ediyor. Nazarımızın arkasında da niyetimiz yani ihtiyarımız var. Sağ veya sol yola gitmeyi biz seçiyoruz ve akabinde seçimimize mutabık gelen bir alem emri ve iradi bir tecelliyat ile bize sunuluyor. Eşyanın tüm hususi özellikleri iradi tecelliyatla (keyfe ma yeşa) bir kumaş gibi dokunuyor ve dokunan bu kumaş kainatın genelindeki nizam ve intizama (Kun emrine) harfiyen itaat ediyor.

Buna ilave olarak, makro kelimesini nev, mikro kelimesini de tikel fert olarak anlayabiliriz. Aynen tikel şeftaliler gibi, hiçbir hidrojen atomu diğerinin aynı değil. Kanunları fark edebilmek için pattern recognition yapabilmek yani örüntüleri tanıyabilmek lazım, ki bu da gözlemlediğimiz tikel tecrübelerden bir genelleme yapmak ile mümkün. Bir neve ait olduğunu bilmediğimiz pek çok ferdi incelememiz lazım ki, akabinde bir genelleme ile “hepsi şu nevin bir ferdi ve onun kanuna uymakta” diyebilelim. Hayatında tek bir şeftali gözlemlemiş ve başkalarından da şeftali hakkında bir şey duymamış bir kimse o şeftalinin ardındaki iradeyi yani iradi tercihleri görebilir, ama şeftali nevi / kanunu nedir bilemez. Nev dediğimiz şey bir genellemeden ve sınıflandırmadan ibaret. Fertlerin harici yani fiziksel bir vücudu var; nevin ise yok. Arslanların (fertlerin) harici vücudu var; arslan nevinin ise ne kendisinin ne de kanununun harici vücudu var. Nev sadece zihnimizde ve ortak kullandığımız terminolojide var. Bu, nevin ve kanununun herhangi bir hakikati yok demek değil. Yazıda da belirttiğim gibi, emrî yaratılıştaki anlaşılabilir düzenliliği insan bir kanunlar manzumesi olarak görüyor. Bir başka deyişle, kainattaki nizam ve intizam insana bir kanunlar bütünü olarak aksediyor.

Özetle, ferdin namusu, nevin de kanunu olur. Fertte kanun olmadığı gibi, nevde de namus olmaz. Binaenaleyh, mikro kelimesine önerdiğim iki durumda da (kuantum hamuru ve fert) kanun olmuyor. Tabii nev-fert ve kozmos-kuantum sistemlerinin bir parçasının teorik limitinden bahsettiğimizi akılda tutmak lazım. Sistemin şu limitinde kanun yok demek, sistemde kanun yok demek değil. Bunu anlayamayan ya da anlamak istemeyen ve “hayır, atom altı seviyede de determinist kanunlar olmalı” diyen bir takım yüksek zekalı ahmaklar multiverse (çoklu evren) dedikleri safsatayı ortaya atmışlar, bile bile verify edemeyecekleri yani sağlamasını yapamayacakları hezeyanlar peşine düşüp, bilimin en temel düsturlarını alenen ihlal etmişler.

Soru: Kanunun karşısına namusu koymak halen zihnime tam oturmuyor…

Cevap: Kanun ve namus zıt anlamlı kelimeler değil, beraber işleyen bir düşünce sisteminin zevce kavramları. Bir neve / kanuna odaklandığımızda “bu mutlak bir emrin eseri olmalı, başka türlü açıklayamayız” dediğimiz gibi, bir ferde / namusa odaklandığımızda da “bu mutlak bir iradenin seçimi olmalı, başka türlü açıklayamayız” diyebiliriz. Mesela, Nursi aşağıdaki parağrafta namus kelimesini kullanmadan bu ikili sistemi anlatıyor:

“Kadîr-i Alîm ve Sâni’-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şüzuzat-ı kanuniye ile âdetinin hârikalarıyla, tagayyürat-ı suriye ile teşahhusatın ihtilafatıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve her şey, her anda her şe’nde her şeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu i’lam etmekle gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü'l-esbab’a çevirir.”

Adat yani adetler bize kanuniyet şeklinde görünüyor. Kanunun olduğu yerde tesadüfe yer olmaz. Öte yandan, gayet enteresan bir tarzda kanunlardan bahsettiği cümleyi daha bitirmeden şüzuzat-ı kanuniyeyi yani kanun dışılıkları gündeme getiriyor. İlk bakışta çelişki var gibi. Kanun varsa, kanun dışılık da ne ola ki? Sanki bir öyle bir böyle konuşuyor ve kafasına göre sallıyor.

Hayır, işin aslı öyle değil. Mesele nereye odaklandığımızla alakalı. Adetlere ve genel resime odaklandığımız zaman kanunları, harikuladeliklere yani adetleri harik eden (kaldıran) hususi ve iradi tecelliyata odaklandığımızda ise namusları görüyoruz. Bu sayede “bu işler meşietsiz, iradesiz olmaz; tüm bu tercihleri yapanın ihtiyarını hiçbir kayıt sınırlıyor olamaz” deriz. Kanunların yeknesak perdesini mütemadiyen namuslar yırtmalı ki, gafletimiz dağılsın. Bazen Kun emrine itaat eden eşyaya odaklanırız, bazen de Fail-i Muhtarın adetlerini keyfe ma yeşa kaldırmasına. Bunlardan birini gereğinden fazla vurgulamak dengemizi bozar. Sabah akşam emrî yaratılışı ağzından düşürmeyen bir kimse Fail-i Muhtarın iradi tecelliyatını gereğince farkedemediği gibi, nazarını esbabdan Müsebbibü'l-esbaba da gereğince çeviremez.

Soru: İmtihan meydanının açılması neden bu tür bir yaratılışa yani atom altı ve atom üstü alemlerin farklı işlemesine bağlı?

Cevap: Bize “...miş gibi” gözüksün diye. Gök cisimleri kurulmuş saat gibi dönsünler, sebepler sonuçları yapıyormuş gibi gözüksün, herşeyin determinist bir tarzda işlediği bir ortamda cüzi irademiz bu duruma zıt bir vaziyet alsın ve “peki ya ben ne yapmalıyım?” diye soralım... diye. Tüm bunlar bize böyle gözükmeseydi, ne burada herhangi bir esma eğitim olurdu, ne de bu alemin yaratılması için bu kadar masraf etmeye gerek kalırdı.

Atom altı seviyesi bizim gözlem alanımızın dışına çekilmiş, çünkü orada mübaşeretsiz bir iradi tecelliyat silsilesi var:

فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

“O, irade ettiğini nihayetsiz bir faaliyet içinde yapmaktadır.” 11:107, 85:16

Yani orada sebeplerin esamesi okunmuyor:

“Evet, izzet ve azamet ister ki, [atom üstü alemdeki] esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, [atom altı alemde] esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.”

Sebepler dünyasına doğan akıl, atom üstü alem perdesini seyrediyor ve yorumluyor. Atom altı alemde olan biteni ise yorumlayamıyor, çünkü orada sebep-sonuç ve zaman-mekan ilişkileri çöküyor. İşte bunun için keşfinin üzerinden bir asır geçtiği halde, halen kuantum mekaniğinin nasıl yorumlanması gerektiği hakkındaki tartışmalar bitmiyor ve bir sonuca bağlanamıyor. Tarihte bunun bir başka örneği yok. Hatta bu işin kodamanları “kuantum mekaniğinin nasıl işlediğini çalışın, manasına kafa yormayın, yoksa işsiz kalırsınız” diye öğrencilerine ültimatom çekmişler.

O halde sormamız gereken bir soru var. Bilim ve felsefe dinin sırtını yere vurmak bir yana, onu dümdüz etmiş gibi duruyor. Hele ki İslam’ı kimse kaale bile almıyor. Bilim camiasından söz sahibi biri dine karşı bir söz edeceğinde, kendine muhatap olarak Hristiyan söylemi alıyor. Biz ise böyle bir ortamda “hak yol İslam’dır” diye kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Kim galip?

كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪ي

“Allah yazmıştır: Şüphesiz Ben ve rasullerim galip geleceğiz (gelmekteyiz).” 58:21

Her bir zerreden sayısız galaksilere kadar herşey kabzasından olan Zat ve onun rasullerinin getirdiği teori galip. Zira en yüksek dehaların açıklayamadığını o teori açıklıyor ve “evet, böyle olması gerekiyordu” dedirtiyor.

Miş gibi görünenler karşısından tereddüde düşen sadece biz değiliz. Mesela:

وَقَالَ مُوسٰى رَبَّنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالًا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَ

“Musa şöyle dedi: “Rabbimiz! Şüphesiz ki sen Firavun ve yöneticilerine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Rabbimiz! İnsanları senin yolundan saptırsınlar (diye mi?)” 10:88

Azamet sahibi Musa (asm) bile karşısındaki “miş gibi” olan düzeni anlamakta güçlük çekmiş, neden böyle yapıyorsun diye soruyor. Bizim yeni zannettiğimiz bu meselenin derdine o binlerce yıl öncesinden düşmüş. Rabb firavun gibilerine o serveti, bilimi ve teknolojiyi veriyor ki, karşımızda hakikatin tam tersi olan bir tiyatro oynansın ve o bize hakikatmiş gibi gözüksün. İsteyen bu işin içinde bir bit yeniği var diye kurcalasın, isteyen de kaptırıp gitsin.

Soru: Biz atom üstü ve atom altı alemlerin işleyiş tarzından ne gibi bir kulluk bilinci çıkarabiliriz?

Cevap: Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını itikad ederek. Bu meseleyi en iyi anlayan rasulullah (asm) “Rabbim, bana eşyanın hakikatini göster” diye dua edermiş.

Soru: Bu iki alemin işleyişi sizde hangi teorik bakış açısı değişimine yol açtı?

Cevap: Teorik bakış açımı değiştirmekten ziyade, vahyin ve has öğrencilerinin eğitiminin tecrübe ettiğimiz realiteyi ne kadar temelli bir tarzda açıkladığı hususundaki hayretim tavan yaptı diyebilirim. Hem Rabb ve rasulleri galip, hem de neredeyse kimse bunun farkında değil. Feyâ lil’acep!

“İslam, garip bir halde başladı ve yine garip bir hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere!” muttefekun aleyh

Ne mutlu o galip gariplere ki, onlar miş gibi gözükenlere aldanmadılar...


  1. [1] Her ne kadar eşya kanunlara riayet etse de, bu kanunların herhangi bir harici vücudunun olmadığını belirtmek lazım. Mesela, kütle çekimi (gravitation) dediğimiz kanunun herhangi bir fiziki varlığı yok. Gök cisimlerinin hareketlerini ölçerek bu cisimler arasındaki düzenli etkileşime bir isim veriyoruz. Kanunlar itibari ve vehmi, yani insan zihninin ürünü. Bu, onların herhangi bir hakikati yok demek değil. Emrî yaratılıştaki anlaşılabilir düzenliliği insan bir kanunlar manzumesi olarak görüyor. Bir başka deyişle, kainattaki nizam ve intizam insana bir kanunlar bütünü olarak aksediyor.
  2. [2] “İ'lem eyyühe'l-aziz! Çekirdek ağaç olmazdan evvel, yumurta kuş olmazdan evvel, habbe başak vermezden evvel binlerce imkân ve ihtimaller içerisinde ve binlerce suret ve şekillere girmek kabiliyetinde iken, o eğri büğrü ihtimaller, yollar içinden çekilip doğru ve müstakim müntic bir şekle, bir vaziyete sevk edilmelerinden anlaşılır ki, o tohumlar, evvelce de Allâmü'l-Guyûbun terbiye, tedvir, tedbiri altında imişler.” Mesnevi-i Nuriye
  3. [3] “Madem bilmüşahede görüyoruz ki, herbir zîhayatın neşvünemâ zamanında zerreleri eğri büğrü hudutlara gider, durur”. 26. Söz