Kafirlere Gülen Mü’minler
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ
“İşte o gün iman edenler kafirlere gülmektedirler.” 83:34
Bu ayet cennetliklerin o gün cehenneme giden kafirlere gülecekleri şeklinde çevriliyor. Hatta bir meal paranteze bile gerek duymadan “son gülen, gerçekten de iyi gülecek” diye eklemiş. Halbuki böyle bir ifade ayette geçmiyor. Sizce de garip değil mi? Kıyamet günü müminler kafirlerin haline gülecek mi dersiniz?
Konuyu bir Arapça uzmanına danıştım. Ayette geçen DAHİKA ve MİN kelimelerini beraber düşünmek gerekirmiş ve bu ikisi beraber kullanıldığında genellikle alay etmek / hafife almak, bazen de bir şeyden ötürü mutlu olmak anlamına gelirmiş.
Kıyamet günü vuku bulacağı söylenen yukarıdaki hadisenin burada bir izdüşümü olmalı. Kafirlerin ve iman edenlerin birbirleriyle etkileşim içinde olmasını dikkate alarak, meseleye toplumsal açıdan yaklaşalım.
Alay etme / hafife alma meselesi 83:29’da başlıyor. İlgili gördüğüm ayetleri topluca buraya alıyorum:
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَ
“Doğrusu o suç işleyenler iman edenlerle alay ederler, onları hafife alırlardı.”
وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَ
“Onları gördükleri zaman, ‘Bunlar kuşkusuz yollarını şaşırmış kimselerdir’ derlerdi.” 83:32
وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَ
“Oysa onların üzerine koruyucu olarak gönderilmemişlerdi.” 83:33
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ
“İşte bugün iman edenler kafirler sebebiyle mutludurlar.” 83:34
83:29’daki DAHİKA MİN için alay etme / hafife alma anlamını, 83:34’deki için ise mutlu olma anlamını tercih ettim.
Bu ayetlerin toplumsal öğrenimin ve dönüşümün nasıl gerçekleştiğine bakan bir vechesi var. Şöyle ki, yerleşik kabullerin ve anlam-değer sisteminin olduğu bir yerde yeni fikir açılımlarına insanlar ilk etapta uzak durur. Fazla kurcalarsanız o sistemden nemalanan (invested) kimseler sizi hafife alir ve belki de alay ederler. Eğer onlara aldırmadan yolunuza devam eder ve etrafınıza taraftar toplarsaniz, belli bir noktadan sonra size açıktan cephe alırlar. Kırılma noktasında (tipping point) ise kavga kaçınılmaz olur.
Önce seni görmezden gelirler,
Sonra alay ederler,
Sonra seninle savaşırlar,
Sonra kazanırsın.
— Mahatma Gandi
Biz kavgayı ve gürültüyü pek hazzetmesek de, insanlık tarihinde ciddi kazanımlar hep kamplaşmayı ve kavgaları beraberinde getirmiş (mesela “rasul gelince onlar hemen tartışan iki grup oluverdiler” 27:45). Zira her yerleşik sistemin kendisinden nemalanan “koruyucuları” var (mesela “ilahlarınız üzerine sebat edin” 38:6).
Toplumsal sistemin teorisyenleri ve teknisyenleri, ki buna dini otoriteyi elinde tutanlar da dahil, o sistemi kargaşalara karşı korumakla görevli. Toplumsal düzenin sağlanması ve insanların önlerini görebilmesi açısından bu gerekli. Böyle bir koruma fonksiyonu toplumun dengesini yerinde tutuyor ve insanların her uçuk fikrin peşinden gitmesini engelliyor. Fakat bu koruyucu mekanizma aynı zamanda yeni açılımların da önüne sed çekiyor. Kendilerine ellerindekinden daha üstün bir hakikat (rasulun getirdiği vahiy, varlığı daha iyi açıklayan bir bilimsel teori, vs.) gelmesi durumunda ise yerleşik reflekslerine mağlup oluyorlar. Bu da hikmete uygun, zira toplumun anlam-değer sisteminin koruyucularının ortaya attıkları eleştiriler, itirazlar, çarpıtmalar ve tuzaklar rasulun ve ona ittiba edenlerin eğitimlerine vesile oluyor—demirin ateşte dövülmesi gibi. Hak gelip batıl zail olduğunda, yani hakikatin kimin elinde olduğu ayan beyan ortaya çıktığında, o kontekste hakkı savunanlar batılı muhafaza edenlerin kendilerine karşı verdiği mücadeleden memnun oluyorlar. Zira hakkın zuhur etmesi için batıl kanvası, hakkın hakkaniyetini beyan edenlere de beyan kabiliyetlerini geliştirmek için mücahede imkanı lazım. Batıl sistemi korumaya çalışanlar olmasa, hakkı beyan edenleri mutlu eden kazanımlar da olmayacaktı.
Belki de Gandi’nin yukarıdaki dörtlüğünün sonuna şu satırı eklemek lazım:
“Sonra da onların seninle mücadelesi seni mutlu eder.”