İnfaktan Nifaka Giden Yol
Bize verilenlerden ihtiyaç sahiplerine infak etmemiz ve onlara sadaka vermemiz gerektiği çeşitli ayet ve hadislerde bize bildirilir. İnfak ve sadaka kelimeleri yaklaşık aynı anlamda. Öte yandan infak ile nifak ve münafık kelimeleri aynı Arapça kökü paylaşıyor. Gayet güzel bildiğimiz bir davranışın kötü bir hasletle aynı kökü neden paylaştığı üzerinde düşünme ihtiyacı hissettim.
Öncelikle infak etmeyi sadaka ile beraber anlamaya çalışalım. Aşağıdaki ayette her sadakanın güzel olduğu, fakat fakirlere gizliden vermemizin bizim için daha hayırlı olduğu belirtiliyor:
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ
“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel (sizin için güzel bir nimet olur). Fakat (vermenizi) saklar ve onu fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” 2:271
Sadaka ile tasdik aynı kökü paylaşıyorlar. Bir kimseye sadaka verdiğimizde, verdiğimizin hakiki malikinin onu tasarrufumuza veren Rabb olduğunu tasdik ediyoruz. Sadaka vermeseydik, O’nun verdiğimiz şey üzerindeki malikiyetini tasdik edemeyecektik.
Elimizdekini açıktan verdiğimizde de o bir sadaka olsa da, gizliden vermemiz bizim için daha hayırlı. Neden? Çünkü açıktan ve başkalarının göreceği tarzda verdiğimizde, nefsin ondan kendine bir pay çıkarması ihtimali var. Görebildiğim kadarıyla nefs verdiği sadakadan kendine iki tür pay çıkarabiliyor. Birincisine şu ayet bağlamında bakalım:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ
“Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş için (riya ederek) malını infak eden, (böylelikle) Allah’a ve âhiret gününe de inanmayan kimse gibi, başa kakmak ve gönül incitmek suretiyle sadakalarınızı (Allah katında) geçersiz kılmayın.” 2:264
Ayet iman edenlere konuşuyor ve “iman etmeyen kimse gibi olmayın” diyor. Demek ki iman ettiğimiz halde belli bir davranış bağlamında imanımıza ters hareket etmemiz mümkün. İlaveten, güzel bir haslet olan infak etmenin içinde iman olmayabileceği ihtimali nazarımıza sunuluyor. Yani kişi verdiği sadakanın münafığı olabilir. Bu hataya düşmemek için verdiğimizi başa kakmamalı ve verdiğimiz kimseyi incitmemeliyiz. Bunun da en kestirme ve en temelli yolu, verdiğimiz şeyin hakiki sahibi olan Allah adına vermek. Sadakayı verdiğimiz kişi verdiğimizi bizden bildiği sürece, biz her ne kadar nazik ve güler yüzlü olsak da, o şeyi bir insandan almak zorunda kalmasından ötürü izzet-i nefsinin incinmesi ihtimali var.
Demek ki nefsin kendine çıkardığı birinci tür pay, her ne kadar sadaka vermesi gerektiğine iman etmiş olsa da, Rabbinin kendisine verdiğine emanet yerine hediye muamelesi yapmasından ötürü “benim olanı veriyorum” demesi. [2] İkinci tür pay ise “ben veriyorum” demesi. Birinci tür hataya düşmemeyi öğrenmek nisbeten daha kolay. İkinci tür hata ise daha incelikli, daha çok dikkat ve tefekkür istiyor ve ancak birinci tür hatamızı düzelttikten sonra karşımıza çıkıyor. [5]
Nursi ikinci tür hataya şu cümle ile dikkat çekmiş:
Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.
Sadaka verme ve tasdik etme güzelliğine mazhar isem, yani bu güzellik bende zuhur ettiyse, kendimi sadakam ve tasdikim ile güzelleşmiş bilmem neden yanlış olsun? Buna verilen cevap şöyle: sende gözlemlenen güzellik temessül etmediğinden, yani sana hiçbir şekilde bulaşmadığından [1] ve gözlemlenmesinin hemen akabinde senden alındığından, yani üzerinden akıp gittiğinden, kendini ona mazhar bilemezsin. Onun yerine kendini memer yani o güzelliğin aktığı bir su / nimet yatağı (conduit) bilebilirsin.
Memer ve akış önemli mefhumlar. Bunlara bilahare gelmek istiyorum. Fakat önce sadakayı infaka biraz daha bağlayalım. Hatırlarsanız 2:264 sadakayı “iman etmeyenin infakı gibi yapmayın” demişti. Buna ilaveten gayet meşhur bir hadiste sadaka, infak ve gizliden verme şu şekilde ilişkilendirilmiş:
“Bir sadakayı tasadduk eden olgun bir kimse (racul) onu saklar, ta ki sağ elinin / tarafının infak ettiğini sol el / taraf bilmez…”
Hadislerin tercümesinde hep el kelimesi var. Onu taraf şeklinde de anlayabiliriz, zira tavsiye ve ilim gibi elle yapılmayan sadaka ve infak türleri de var. [3]
Bu hadiste 2:271’de yapılan tavsiyenin uygulamasının nereye kadar gidebileceği ifade edilmiş. Yani sadakamızı bizden başka kimsenin bilmemesi saklamanın nihayeti değilmiş ve biz onu kendimizden dahi saklayabilirmişiz. Bunun nasıl olabileceğiyle ilgili aklıma gelen tek açıklama, yukarıda alıntıladığım “mazhar değil, memer olursun” cümlesi. Zira bizim vesilemizle hasıl olan bir iyiliği bilmememiz mümkün değil, fakat kendimizi o iyiliğe memer bilmemiz mümkün.
Bu hadisi ararken şu makaleye denk geldim. Makalenin 6. sayfasında bahis konusu hadisin Buhari ve Müslim’de farklı şekilde rivayet edildiği söyleniyor. Buhari’deki rivayeti yukarıdaki gibi. Müslim’deki ise şöyle:
“Bir sadakayı tasadduk eden olgun bir kimse (racul) onu saklar, ta ki sol elinin / tarafının infak ettiğini sağ el / taraf bilmez…”
Buhari’deki rivayetin sahih, Müslim’dekinin değiştirilmiş olduğu söylense de, bu hususta tam bir netlik yok gibi.
Hayır işleri sağ elimizle yapmamız bize salık veriliyor. Sadaka vermek hayır bir iş olduğundan, alimler Buhari’deki rivayete meyletmiş olsa gerek. Fakat bahis konusu hadiste iki fiil var: (1) infak etmek ve (2) infakı bilmemek. Bunların hangisi daha hayırlı? 2:271 ve memer bahsini dikkate alırsak, bence ikincisi daha hayırlı yani daha üst seviyedeki bir ubudiyet. Bu sebepten ötürü, sağ tarafın bilmeyen taraf, sol tarafın da infak eden taraf olduğu kanaatindeyim.
Beni bu kanaate yönelten bir başka sebep de, aşağıdaki ayetin infakı tükenme ile ilişkilendirmesi:
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِ
De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, tükenir (infak) korkusuyla (onlara) yapışırdınız (kimseye vermezdiniz).” 17:100
Tükenir ve harcanır diye çevrilen kelime infak ile aynı kökü paylaşan başka bir kelime değil, infakın ta kendisi. Yani infak kelimesi bitme ve tükenme anlamına da geliyor. İnfakı teşvik eden aşağıdaki ayette de tükenme manasının eserini görmek mümkün:
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
De ki: “Şüphesiz Rabbim, rızkı kullarından dilediğine bol verir (onu bast eder) ve onu ona azaltır (rızıktaki takdiri ve kudreti gösterir). Her neyi infak ederseniz, onun yerini halifesi ile doldurur. Zira O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” 34:39
Rabb infak edenlere infak ettikleri şeylerin azalmasından çekinmemeleri gerektiğini, zira her infak edilen şeyin yerinin onun halifesi ile doldurulduğunu söylüyor. İnfak ettiğimiz şey cismen ve sureten azalsa da, Rabbin o şey üzerindeki malikiyetini tasdikimiz ve o şeyin üzerimizden akışına şehadetimiz cismen azalmanın yerini ziyadesiyle yani O’nun hazineleriyle dolduruyor. İnfak ettiğimiz şeyin halifesi, bizzat O’nun hazinesi. İnfak ettiğimiz şeyin azalmasından ve tükenmesinden çekinmeseydik, ayet bize böyle bir ders vermezdi.
İnfak ile ilgili yanlış anlamayı düzelten bir hadis:
Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre,
- Rasulullah (asm): “Ey Aişe, kestiğimiz kurbanın etinden geriye ne kaldı (bakiyesi nedir)?”
- Hz. Aişe: “Ondan geriye sadece bir but kaldı.”
- Rasulullah: “Demek ki, o but hariç hepsi bize (bakiye) kaldı.”
Bir but hariç hepsi onlara bakiye kaldı, çünkü infak ettiklerinin yerleri boşalmadı, burada Rabbin rezzakiyet hazinesi ile doldu ve ahirette de beka kazandı. Ellerinde kalan butun akıbeti ise onu nasıl değerlendirdiklerine göre belirlenecek. Zira maksat herşeyi saçıp dağıtmak değil (17:29), tasarrufumuza emaneten verilen şeylerden Rabbin rahmet hazinelerini çıkarmak ve bu elimizde kalanlarla da gerçekleşebilir.
İnfak ile azalma arasında insanın eğitimine bakan bir ilişki olmasından ötürü, infak ile nifak birbiriyle ilişkili. Ragıb-el İsfahani nifakı “şerîate bir kapıdan girip başka bir kapıdan çıkmak” şeklinde tanımlamış. İslam’a bir kapıdan giren ve fakat onun gereğini yapmayan kimse diğer kapıdan çıkmış, yani gereğini bildiği ve fakat yapmadığı şeyin münafığı oluyor. Sadaka vererek İslam’a giren, ya verdiğini kendisinin bilmesi veya verenin kendisi olduğunu (vermenin kendisini güzelleştirdiğini) düşünmesi sebebiyle, sol kapısından girdiği sadakanın sağ kapısından çıkıyor ve infaktan nifaka düşüyor. Bazıları buna şeytanın sağdan gelmesi diyor. [4]
İnfaktan nifaka düşülmemesi için Kur’an aşağıdaki ifadeyi pek çok yerde zikretmiş:
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“Onlara verdiğimiz rızıklardan (rızıklar ile) infak ederler.” 2:3
Bu cümleyi وَ يُنْفِقُونَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ şeklinde söylemesi gramatik açıdan daha normal iken, her seferinde مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ kısmını fiile önceleyerek yani takdim ederek dikkatimizi çekiyor, infak ettiğimiz şeylerin ve daha da önemlisi infak etme fiilimizin ve isteğimizin Yaratıcımızın üzerimizdeki rızkı olduğunu görmeye davet ediliyoruz. Zira bize verilenler hediye değil emanet. En güzel infak, Rabbin rezzakiyetinin infakı. O da ancak rezzakiyetin üzerimizden bizim dahlimiz olmadan akması, yani sağ tarafımızın sol tarafımızın infakını bilmemesi ile gerçekleşebiliyor.
Verdiğimiz şey gözümüzde azaldığı ve / veya kendimizi vermenin mazharı bildiğimiz sürece, ya açık ya da gizli bir nifak kapısından çıkmaya namzetiz. 2:271’de geçen “fakirlere verirseniz daha hayırlıdır” cümlesinde kastedilen bir numaralı fakir biziz (35:15). Sadakamızı diğer nazarlar da dahil olmak üzere kendi nazarımızdan dahi saklamamız lazım ki, verme fiilimizi hem sonu hem de başıyla beraber Rabbe vererek fakriyetimizi en derinden hissedelim ve Rabbin rahmet hazineleri haricinde hiçbir şeyin bizi tatmin edemeyeceğini bilelim.
İnfakın eğitilmesi gerektiğinden ötürü olsa gerek, Nursi “mazhar değil memer olursun” demiş, “nefek olursun” dememiş. Arapça’da nefek (نَفَف) tünel demekmiş. Her ne kadar tünel su yatağı ve havadaki güneş sızıntısı (zühre) gibi geçilen bir mekan olsa da, yerin altında olması onun eğitilmesi gerektiğine işaret ediyor. Uğrak yeri anlamına gelen memer ise merra fiiliyle aynı kökü paylaşıyor. Mesela murur-u zaman zamanın geçmesi demek. Zaman hiç durmadan akıyor. Memer olabilen kimse kendi üzerinden geçen akışa hiçbir zaman müdahale etmiyor ve o akışı sadece seyrediyor. Memer ve zührenin aksine, tünelin girilen ve çıkılan iki kapısı var. “Nefek”e yani tünele infak kapısından giren, ekseriyetle nifak kapısından çıkıyor. Çıkmamak için kişinin vahiy asansörüne binmesi, sağ tarafın sol tarafın ettiği infakı bilmemesi, nefekten memere terfi etmesi ve sağın ve solun zühre misali buharlaşması lazım—bir ağacın parçası olduğunu farkeden üzüm sapının asma ağacında fena bulması gibi.
- [1] لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ “Hiçbir şey onun misli değildir.” 42:11 Temessül ile misil aynı kökü paylaşıyor. Bizde yansıyan güzellik herhangi bir şekilde bize bulaşsaydı, Yaratıcının bir misli olurduk.
- [2] 18:35-36’da bahsedilen bahçe sahibinin “bana verilenin helak olmasını beklemiyorum” demesi gibi. Hediye ise o bahçe onundur ve onda kalır. Emanet ise geri alınır.
- [3] Bunun Kur’an’daki örneklerinden biri: “kitabı sağ tarafından verilenler…” 69:12
- [4] Bu tabir yapılan hayrın kişinin aleyhine dönmesi anlamında kullanılıyor. Şeytan önce soldan gelerek hayra engel olmaya çalışıyor. Bunu yapamayınca da sağdan gelerek kişinin o hayırdan faydalanmasını engellemeye çalışıyor. İnfak kontekstinde şeytanın soldan gelmesi infak etmemeye, sağdan gelmesi de kişinin yaptığı infakın münafığı olmasına denk geliyor.
- [5] “Ben veriyorum” diyen kimse fiili kendine nisbet eder – her ne kadar “sonucu ben yaratmıyorum” dese bile. Fiilin başlangıcını (bidayetini) da Rabbe vermek gerektiğini anlamak ve pratiğini yapmak daha ileri bir seviye. Bu hususta şu yazıya bakılabilir.