İman Nedir?
İman, insanın tecrübe ettiği varlığı anlamlandırırken kullandığı teorik modeldir. Duyularıyla dünyasına gelen her algıyı, bu teorik modele göre renklendirir, yani yorumlar. En avamdan en havassa kadar herkesin bir varlık modeli vardır. Tüm anlamlandırmalar bu model üzerinden gerçekleşir.
Her ne kadar dışımızda haricî bir gerçeklik olsa da, biz o gerçeklik ile doğrudan temasa geçemeyiz. Biz ancak o gerçekliği duyularımızla algılayıp yorumlayarak varlık modelimize uyacak şekilde ve bazen de o modeli güncelleyerek içselleştiririz. Durmaksızın gerçekleşen tecrübe ve yorumlarımız ile bize özel hususi bir âlemimiz olur ve hep o hususi âlemin içinde yaşarız. Kur’an, bu hususi âlemi bir eve benzetir. Bizi, evimizi cehennemin kıyısına yapıp o evle birlikte cehenneme yuvarlanmaktan sakındırır (9:109). Zira varlığa aşık olan insan için en büyük acı kaynağı, kendisindeki özelliklerin ve kainattan edindiklerinin yokluğa gitmesidir.
İnsanın evini sırat-ı müstakim (emniyet) üzerine yapmasının yolu, varlığa nazar ederken kendisine emanet olarak verilen özellikleri “doğru” kullanmasından geçer ve bu tür bir kullanımı ancak onlara varlık verenin görevlendirdiği rasullerin eğitimine girerek edinebilir. Bu sayede hem kendisindeki ve hem de eşyadaki her bir özelliğin her an emaneten “veriliyor” ve o anın bitmesiyle de emanetin “alınıyor” olduğunun şuuru ile varlığı yorumlar. Mahiyetine konulmuş özellikleri kullanarak eşyada gözlemlediği her bir özelliği tanıyıp tarttıkça ve onların işaret ettikleri mutlak varlık kaynağını tanıdıkça, hem yorum (ikra) kabiliyetini geliştirir, hem de okuduğu eşyayı burada ve beka aleminde bir nevi temellük ederek (edinerek) kendi varlığını artırır (“şükrederseniz sizi mutlaka artırırım” 14:7) [1]. Varlığın ve hayatın korunması, devam ettirilmesi ve zenginleştiririlmesi, varlığa meftun insan için hayat memat meselesi.
Mesela geceleyin gökyüzüne baktığında, yıldızlar üzerindeki süsleme (zinetlendirme) fiilini tanır. “Yıldızları bu şekilde bana algılatan ve bana süslemeyi tanıyacak özelliği veren Zat, O’nun Müzeyyin ismini tanımam için yıldızları ve beni bu şekilde var etmiş” der, evine süslü bir dam edinir. İlaveten, onları kendine göz kırpan dostlar bilir. Tabii yıldızları incelemeyi meslek edinenin durumu ile herhangi bir avamın durumu bir olmaz. Yıldız uzmanının evinin damının çok daha süslü inceliklere ve hayat belirtilerine haiz olması beklenir.
Eşya ile olan tecrübesini onları var edeni tanıma maksadıyla kullanmayan kimse için ise o eşya adem yani yokluk rengini alır. Her tecrübe bitmeye meyyaldir. Geçmiş elemlidir ve hiçbir zaman geri gelmeyecektir. Her gün, yeni bir “tecrübelerden mal ve lezzet kaçırma” operasyonuna dönüşür. Fakat nereye kadar? Kâinat sürekli ona kendisinden çaldıklarını depolayabileceği bir “cebinin” olmadığını hatırlatır. Hayatı içinde bulunduğu ana ve mekâna sıkışmış olan kişi için her şey bir sonraki anda helak olmaya namzettir. Tüm varlığa aşık olsa da, hiç bir şeyi elinde tutamaz ve edinemez. İçten içe kendini rüzgarda savrulan kül gibi hisseder (14:18). Kurduğu düzenin en küçük bir sarsıntıda yerle bir olacağının içten içe farkındadır. Ölüm denen o büyük zelzelenin kendisini ve sevdiklerini her an yakalayabileceğinin endişesi ile ömrünü tetikte geçirir – ta ki kâinattan alabileceği tek şeyin iman olarak da bilinen teorik bir varlık modeli olduğunu anlayana ve içinde yaşadığı çürük evi daha sağlam ve hayattar bir eve dönüştürmeye karar verene kadar.