İki Deniz
Musa’nın (asm) Hızır’la buluşması iki denizin birleştiği yerde gerçekleşiyor (18:60). Buluşmanın neden orada gerçekleştiğini anlamak için öncelikle iki denizden neyin kastedildiğini anlamamız lazım. Bunun için de iki denizden bahseden şu ayetleri de dikkate alalım:
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ
“Birbirlerine kavuşan iki denizi salmıştır. Aralarında berzah vardır; sınırı aşmazlar.” 55:19
وَهُوَ الَّذ۪ي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۚ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَحْجُورًا
“O odur ki, iki denizi birbirine salmıştır. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir; şu ise tuzludur, hararet verir. Aralarına da bir berzah ve bir «hıcri mahcûr» (aşılmaz/koruyucu engel) koymuştur.” 25:53
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِۗ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌۜ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا
“İki büyük su kütlesi birbirine denk olmaz. Birinin suyu tatlı ve içimi kolay, diğerinin suyu ise tuzlu ve hararet verici; halbuki siz her birinden taze et yer ve takı olarak kullanacağınız ziynet eşyaları çıkarırsınız.” 35:12
Burada göze çarpan birkaç husus var:
Kur’an suyu tatlı ve tuzlu diye ikiye ayırıyor.
Kur’an ırmaklara ve diğer tatlı su kütlelerine deniz diyor.
Kur’an suyundan içemediğiniz denizin balığından yiyebilmemize dikkat çekiyor.
Kur’an hem tatlı ve tuzlu su kütlelerinin birbirine salındığını, hem de bunların birbirine karışmadığını ve birbirine denk olmadığını söylüyor.
Suyun tatlı ve tuzlu diye ikiye ayrılması dikkat çekici. Bu ayrım pratik hayatta bir hayli önemli, zira su hayat demek ve biz deniz suyunu içemiyoruz. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir zamanda bile deniz suyunu arıtmanın zorluğunun ve pahalılığının arkasında mutlaka bir mesaj olmalı.
Arzdaki tüm tatlı suların kaynağı gökten yağan yağmur. Gökten tuzlu su yağmıyor, çünkü okyanuslardaki tuzlu su göğe çık(a)mıyor. Güneşin ısısıyla buharlaşan su, ona tuzunu ve hararetini veren iyonları denizde bırakarak, yani temizlenerek ve saflaşarak göğe yükseliyor. Bu sistemi kuran Zat, belli ki suyun tuzunun ve hararet vericiliğinin giderilmesi için buharlaşmasını şart koşmuş. Temizlenmemiş tuzlu suyu arzda yaşayan insanlara, hayvanlara ve bitkilere haram kılmış; temizlenmiş tatlı suyu da rızkın ta kendisi olarak nitelemiş:
وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ
“Allah'ın gökten indirdiği rızıklar…” 45:5
Gökten yağan tatlı su (yağmur) Kur’an’da vahyi temsil ediyor. Rahman ve Rahim olan Rabb “sizi, hayvanlarınızı ve ekinlerinizi indirdiğimiz tatlı su ile beslediğimiz gibi, insaniyetinizi de indirdiğimiz vahiy ile besleriz” diyor ve bizim için hakiki rızkın eşyanın işari manası olduğunu bize salık veriyor. Deniz suyunu içebilseydik, Kur’an böyle bir temsili veremezdi. Deniz suyunun bize haram kılınmasının ve her türlü rızık için gökten indirilecek yağmura muhtaç edilmemizin ardında, hem vahyin hem de rızkın ardındaki rezzakiyetin olmazsa olmazlığı yatıyor.
Bu noktada akla şu soru geliyor: yağmur vahyi temsil ediyorsa, tuzlu deniz suyu neyi temsil ediyor? Deniz suyu kayalardan çözünüp suya karışmış iyonlardan ötürü tuzlu ve hararet verici. Yani onun içilemezliği kayalarla hemhal olmasından ötürü. Kur’an’da kayanın katılaşmış kalbi temsil ettiğini dikkate alırsak, kayayla hemhal olmuş tuzlu suyun da arzdan devşirilmiş her türlü arzi / ismi varlık anlayışını (teoriyi) temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Bu sefer akla şu soru geliyor: eğer tuzlu su ismi manaları temsil ediyorsa ve bu tür manalar insaniyetimizi beslemiyorsa, neden Kur'an ondan da et yani balık yersiniz diyor? Bu soru deniz-balık ilişkisini de içerdiğinden, birkaç basamakta cevaplamak gerekir.
Öncelikle ayetin açık anlamını ele alırsak, hem karadaki su kütleleri hem de denizler bedensel rızkımızı aramamız için önümüze serilmiş. İki tür sudan da bedenimiz için “yiyecek” edinebiliyoruz. Öte yandan, yediklerimizin hararet yapmaması için gökten yağan tatlı suya muhtacız. Benzer şekilde, tüm arzdan ve dahi uzaydan edindiğimiz maddi rızıkların insaniyetimize hararet vermemesi yani akıl-kalp motorumuzun su kaynatmaması için de vahyin rehberliğine ihtiyacımız var.
Deniz ve balık ve bu ikisinin ilişkisi neyi temsil eder? Gökten yağan yağmur vahyi temsil ediyorsa, yağmurun beslediği tatlı su kütleleri olan göller ve ırmaklar vahiyden beslenen varlık anlayışlarını, göllerde ve ırmaklarda yaşayan balıklar da semavi / harfi varlık anlayışlarının kullanılarak tikel tecrübelerden edinilen tikel manaları temsil ediyor denebilir. Benzer şekilde, yediğimiz bir tuzlu su balığı manayı ismi nazar ederek (okyanusta balık tutarak) tikel bir tecrübeden edindiğimiz ismi bir manayı temsil eder. Eğer o balığı okyanus yerine yağmurun beslediği bir ırmakta tutsaydık, aynı tecrübeden harfi bir mana edinecektik.
Tuzlu su balığı bizim mana alemimizi nasıl besleyebilir? Biz genelde mana deyince vahyi anlıyoruz, “onlar maddeye odaklanıyor, halbuki biz mana ehliyiz” diyoruz ve sanki seküler kimselerin mana ile hiçbir işlerinin olmadığını zannediyoruz. Halbuki manayı ismi nazar da insana bir mana verir. Balık susuz ortamda yaşayamadığı gibi, hiçbir insan manasız bir hayatı kabul edemez.
O halde, her balığın bir zevcesinin olduğunu söyleyebiliriz. Mesela, 8. Sözdeki temsilde kuyuya düşen kimse tutunduğu ağacı kemiren siyah ve beyaz iki fareyi (geceyi ve gündüzü) görüyor. İsmi nazarla bakan birader “gece ve gündüz hayatımı kemiriyor, lezzet almaya bakayım” der, tuzlu deniz balığını yer. Harfi nazarla bakan ise (kardeşinin durumunu gördükten sonra) “burada acip bir durum var; birisi beni tecrübe ediyor olmalı” der, mesajı alır, yani tatlı su balığını yer.
O halde tatlı su balığı yemek lazım, değil mi? Sonuçta olması gereken itibariyle, evet. İnsan kıyas yaparak öğrenir. Kur’an’da ve risalelerde verilen temsillerin neredeyse hepsinde kıyas var. Maksat tahkik ise, aynı tecrübenin tuttuğu iki balığı da tatmak, aralarında kıyas yapmak (tatlı su içmek) ve yağmurun tüm sistem açısından gerekliliğini tasdik etmek lazım. Herkes balık yiyor bu alemde, fakat sadece enelerini vahyin rehberliğinde bir vahid-i kıyasi olarak kullananlar hararet yaşamıyor.
Buraya kadar suyun tatlı-tuzlu diye ayrılmasından bahsettik. Bu ayrımın yanında, bu ikisinin birleşmesinin neyi temsil ettiğini de anlamamız gerekli. Tarih boyunca büyük ırmakların ve denizin buluştuğu deltalar medeniyetin merkezi olmuşlar. Nehir deltasındaki topraklar daha verimli, çünkü nehirler deniz engeline yaklaştıklarında yavaşladıklarından, taşıdıkları alüvyonları buralarda daha çok bırakıyorlar. Deltalarda tatlı suya ulaşım zaten problem değil. İlaveten, bu merkezler nehir taşımacılığının da yardımıyla kara ve deniz ticaretini birbirine bağlayan bir geçiş (berzah) noktası olmuşlar. İki büyük su kütlesinin buluştuğu yerler tarih boyunca ekonomik ve sosyal açıdan stratejik öneme haiz olmuş.
İnsanlar maddi rızık için tatlı ve tuzlu suların birleştiği yerleri temellük ederken, Musa (asm) oraya risalet misyonu gereği manaya müteveccih olarak yönelmiş. Kara ve deniz ticareti nehir deltasındaki bir şehri maddeten zenginleştirdiği gibi, harfi ve ismi manaların kesiştiği ve çarpıştığı bir yere zamansal, mekansal veya hayali bir yolculuk da kişinin mana alemini zenginleştirebilir. 8. Sözdeki temsil buna güzel bir örnek. O temsilde sol yolun yani manayı ismi nazarın yolcusu ile sağ yolun yani manayı harfi nazarın yolcusu aynı kişide birleşiyor ve fakat bu iki nazarın ortaya çıkardığı akli-duygusal tecrübe hiçbir şekilde birbirine karışmıyor. Eğitim, ikiye ayrılmış nazarın aynı kişide buluşmalarının o kişi üzerindeki etkisinin kıyas edilmesi ile gerçekleşiyor.
İnsana ne sadece madde ne de sadece mana yeter. Bu alemden almamız murad olunan eğitim ne sadece felsefe / bilim ile ne de sadece vahiy ve vahyi merkeze alan kaynaklarla olur. Kendimizi din-bilim ve hak-batıl çatışmalarının ortasında bulmamız boşuna değil. Hayır ve şer insanın şahsi ve sosyal hayatında buluşuyor ki, Hızır'ı arayalım ve bizi ilk etapta inciten ve itiraza sevk eden tecrübelerin ardındaki hikmetleri birer birer deşifre edelim. Berzahtaki insan incinir, itiraz eder ve hatta isyana meyleder--konuya dikkat kesilsin ve soru sorsun diye. Sadece tuzlu su balığıyla beslenen seküler kimse harfi manaları ve detayını, sadece tatlı su balığıyla beslenen dindar kimse de ismi manaları ve detayını merak etmez. Merak olmayan yerde soru ve itiraz da olmaz. Onlar kendi alemlerinde kendileri çalıp kendileri oynar. Rasulullah ve Musa (asm) gibiler ise berzaha gelip sabır ile cihad ederler.
Şu halde Musa ve Yuşa’nın (asm) buluşmaya neden başka bir rızık değil de balık götürdüklerinin netleştiğini umuyorum. İki denizin birleştiği yere gittiklerinden, iki denizde de yaşayabilen bir rızık lazımdı. Onlar tatlı su balığını iki denizin birleştiği noktaya taşıdılar. [1] Orada balık ikileştiğinden, aşağıdaki resimdeki gibi acip bir tarzda yüzer. Mana ehline maddi ahvali, madde ehline de manevi ahvali görünmeye başlar. Bundan da balığın hakikatine dair bir tartışma husule gelir. Onun yani rızkın hakikatini, kaybetmedeki kazancı, ölümdeki hayatı, bu aleme atılan yetimleri bekleyen hazineyi ancak Hızır gibi yetişen vahiy talebeye (talip olana) gösterir. İki denizin birleştiği berzaha gelmeyenlerin, sorusu ve itirazı olmayanların yetişeni de olmaz.
Yapan bilir; bilen konuşur. Kelam sıfatı Rahmani konuşmanın her an hem yaratma hem de ilham cinsinden devam etmesini gerektiriyor. İlaveten, vahyin manaları hergün yeniden tasdik ve tafsil ediliyor. Vahyin irşadı istisnasız herkese bir kanaldan sızıyor. Fakat yağan bu yağmuru herkes kendi nazarına göre yorumluyor ve ona göre bir balık tutuyor. Bize eşyanın ismi yorumunu içererek aşan bir teori/söylem lazım. Bunun için de iki denizin birleştiği yere gitmek şart.
- [1] Bazı söylediklerim (mesela kaybedilen balığın tatlı su balığı olması) kimilerine garip gelebilir. Rivayette böyle birşey yok denebilir. Böyle bir itiraz karşısında konuya biraz daha teorik bir perspektiften yaklaşılmasını tavsiye ederim. Bahsettiğim model elimizdeki verilere yani rivayetlere uyuyor. Temsilin eksik kalan kısmını da model tamamlıyor. Bilimsel çalışmalar da zaten böyle yapılır. Yapılan gözlemleri açıklayan bir model geliştirilir; sonra da gözlemlenmemiş veriler model tarafından öngörülür.