Hızır’a Sabretmek
Hızır kıssasının ana çerçevesinin sabır olduğu söylenebilir. Hızır daha en baştan sabır meselesini gündeme getiriyor; Rasulullah (asm) da sonrasında "Musa sabredebilseydi..." demiş. Demek ki sabır bu kıssanın ana ekseninde. Bunu ahşap bir geminin omurgası gibi düşünebiliriz.
İlaveten, Hızır Musa’ya “ilminle ihata edemediklerine nasıl sabredeceksin” diye soruyor (18:68). Bu, sabredemezsin demek değil. Sabredemeyecekdiyse Hızır’la ne işi var ve rasulullah neden sabredebilseydi demiş? Demek ki, sabretmeliydi ve fakat edemedi. Esas maksat, en bilgili insanın bile kendi bilgisine dayanarak bu alemde olan bitene sabredemeyeceğini göstermek.
Şimdi, sabır ile Hızır arasındaki bağı kuralım. “Her geceni kadir, her geleni Hızır bil” ve “kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” gibi özlü sözlerimiz var. Eskiden acil servislere Hızır Acil denirdi hemen yetiştiği için. Yani Hızır ile anında hazır olmak arasında bir anlam bağı var. Hızır’ı hazır zaman olarak görebilirsek, her geleni Hızır bilmek bir derece mümkün olabilir. Hızır ile aynı kökü paylaşan yeşil kelimesi de hazır zaman ile ilişkili. Geçmişte kalanlar ölmüştür. Şu anda karşımızda olan alem canlıdır yani yeşildir. Gelecek ise henüz yoktur. Mevcudat seli buraya yani hazır zamana bir nefes almaya geliyor / yeşeriyor ve Hu diyerek nefesini verip / sararıp gidiyor. Kur’an’ın yeşili hayatla ve sarıyı ölümle ilişkilendirmesi manidar.
Eğer Hızır hazır zamanı temsil ediyorsa ve onu iki denizin birleştiği yerde bulabiliyorsak, bu denizlerden biri geçmiş zaman diğeri de gelecek zaman olur. Normal şartlarda sabır kuvvetimiz Hızır’a yani hazır zamana yetse de, biz o kuvveti geçmişe ve geleceğe saçarak çarçur edebiliriz—şu parçada anlatıldığı gibi:
“Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder.”
Yukarıdaki temsilde sol ve sağ cenahtan kasıt geçmiş ve gelecek zaman. Geçmişin elemi ve geleceğin korkusu sabredemememize sebep oluyor. Hazır zamanda kalabilsek, Hızır’la beraber karşılaştığımız musibetlere daha rahat sabredebileceğiz. Hızır’ın getirdiği hoş tecrübelerde de durumumuz pek farklı değil. İnsanlar boşuna birbirlerine “anı yaşa” (carpe diem) ve “bugünün tadını çıkar” diye tavsiyede bulunmuyorlar. Bu alemin tadını çıkaramıyoruz, çünkü tatmaya izin var ve fakat hayvan gibi yutmaya ve lezzet almaya izin yok. Aklımız tattığımız lezzetin geçiciliğini ve bir sonraki lezzetin endişesini sürekli bize hatırlattığından, aldığımız lezzet acılaşıyor ve azalıyor (gaflet hali müstesna). Herkes Hızır’ı arıyor, ama sadece vahyin terbiyesine girenler onu bulup tanıyor ve ondan Rahman’ın herşeyi bir ilim ve hikmetle yaptığına dair bir parça ders alıyor.
Musa (asm) neden sabredemedi? Kendisini en bilgili insan biliyordu [1] ve karşılaştığı her hadisede Hızır’ın dayandığı ezeli ilme nazaran kendi ilmindeki eksiklik onu itiraza ve hatta tenkit ve ithama yöneltti. Sorgulamak ile itham etmek aynı şey değil. Risalelerden biliyoruz ki, kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Musa (asm) kıssanın ilk iki hadisesinde Hızır’ı tenkit ediyor, üçüncüsünde de ona akıl veriyor. Halbuki Hızır ona “sana açıklanana kadar sormayacaksın (itham etmeyeceksin)” (18:71) demişti. Hızır’ın bu uyarısında sormak ile itham etmek aynı şey, zira Hızır hiçbir işi kendi adına yapmıyor. Bilakis, tüm zamanlara birden nazar eden bir ilmin hikmeti ile hareket ediyor. Musa ise zahire yani o anda şahit olduğuna göre hükmediyor. [2] Evet, yargıç mahkemede zahirdeki delillere göre hükmeder. Fakat Musa oraya yargıçlık taslamaya değil, eğitim almaya gitmişti. Eğitimine odaklansa sabredebilecekti. Kavmiyle beraberken yaptığı yargıçlığı iki denizin birleştiği yere getirince sabredemedi.
Azamet sahibi Musa (asm) Hızır’a sabredemediyse, biz nasıl sabredebiliriz? Bunun kısa cevabı şu: rasulullah’ı (asm) örnek alarak ve onun sünnetine ittiba ederek. Onun sünneti bu alemin bir okul, bizim de bir öğrenci olduğumuz hakikati üzerine tesis edilmiş. Hızır’a bilmediğini bilen ve onu öğrenmek isteyen kimse sabır gösterebilir. Herhangi olumsuz bir hadisede olan biteni hemen o anda itham edeceğine veya karşısındakine akıl vereceğine, susar, dikkat kesilir ve öğrenmesi gerekene odaklanır. Kusuru hazır zamanın kaza ettiği hükümde değil, kendi anla(yama)yışında görür, anlayabilmek için çaba gösterir ve zaman içinde bilmediği kendisine açılır. Bu kadarına sabrımız yeter.
- [1] Sahih al-Bukhari 3401
- [2] Bu konuyla ilgili şu cümleleri de hatırlayabiliriz: “Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir.” 18. Söz