Güneş ve Ay Tutulması

Güneş tutulması gündüz vakti oluyor ve ayın güneşi perdelemesiyle gerçekleşiyor. Ay tutulması ise gece vakti oluyor ve dünyanın ayı perdelemesiyle gerçekleşiyor. Rasulullah’ın (asm) oğlu İbrahim öldüğü gün güneş tutulunca, sonradan kusuf (كسوف) diye adlandırılan namazı kılmışlar. Ay tutulmasına da husuf (خسوف) denmiş.

Bu hadiselerin bu şekilde adlandırılması dikkatimi çekti. Kusuf ile bildiğimiz kesif aynı kökten. Kesif-latif ekseninde madde kesif, mana latif, cisim kesif, hayat latif. Nurani olan güneşin ışığı ve ısısı kesif ve karanlık arzımıza gelerek gezegenimizi aydınlatıyor ve hayatlandırıyor. Güneşin perdelenmesi ise bizi kesafette bırakıyor.

Bu konuyla ilgili şöyle bir parça var:

“İnce remizli bir mesele: Nasıl ki su, kendi zararına olarak incimad eder. Buz, buzun zararına temeyyu eder. Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir. Lâfız, mânâ zararına kalınlaşır. Ruh, ceset hesabına zayıflaşır. Ceset, ruh hesabına inceleşir. Öyle de, âlem-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, lâtifleşir. Kudret-i fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle, kesif, câmid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi bir remz-i kudrettir ki, âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayatla eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatini kuvvetleştiriyor.”

Nasıl ki güneş ışığı ve ısısı ile arzımıza letafet katıyor, vahiy güneşi de dünyayı ve tüm alem-i şehadeti (kozmos) aydınlatıyor yani manasını gösteriyor ve hayatlandırıyor yani buranın asıl hayattar olan ahiret aleminin bir numunesi olduğunu bize bildiriyor.

Maddi letafetin kaynağı olan güneşin ve manevi letafetin kaynağı olan vahyin kısa bir süreliğine de olsa perdelenmesi lazım ki, bunların nisbi (relative) yani bize göre olan yokluklarında (zira güneş ve vahiy her daim parlıyorlar) ne hale düşeceğimizi görelim ve anlayalım. Aldığımız bu dersle de, güneşi göğe yerleştiren ve vahyi dünyamıza indiren Zatı tesbih, tahmid ve tekbir etmek için namaz kılalım.

Ay tutulması, güneş tutulması gibi değil. Ay tutulduğunda da karanlıkta kalıyoruz, fakat aydan gelen ışık aya ait olmadığı için olsa gerek, ona kusuf yerine başka bir isim verilmiş. Husuf kelimesiyle aynı kökten gelen hasefe (خسف) fiili Kur’an’da “yerin dibine geçirme” yani yere geçirilen şeyi yerin yutması anlamında kullanılıyor:

وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَ

“Onlardan bazılarını yerin dibine geçirdik.” 29:40

فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ

“Biz de onu (Karun’u) eviyle / diyarıyla birlikte yerin dibine geçirdik.” 28:81

Ay tutulmasında arz güneşle ayın arasına girerek bir nevi ayı yutuyor, yani hasefe ediyor. Biz de arzın yuttuğu ay için husuf namazı kılıyoruz.

İslami literatürde arz bizi, ay ise risaleti, mürşidleri ve insan-ı kamilleri temsil ediyor. Bu bağlamda arzın ayı nisbi bir tarzda yutması (hakikatte ay hep orada), risalet müessesesine ihtiyaç görmemeye (bir vakit müslüman filozofların ve günümüzdeki bazı Kur’ancıların yaptığı gibi), yani öğrencinin sadece kendi aklına güvenip öğretmenini hafife almasına ve “ben kitaptan kendim öğrenirim” demesine denk geliyor ki, bu da Karun’un “bu zenginlik bana bendeki (kendi edindiğim) ilim sebebiyle verildi” (28:78) demesiyle örtüşüyor. Halbuki kamil insanlar öyle demiyor, onun yerine “en çok senin ihtiyacın olduğu ve en çok sen onu istediğin için o sana verildi” diyorlar.

O halde ay tutulması ile kısa süreliğine de olsa risaletin ve kamil insanların rehberliğinden kendimizi mahrum bıraktığımız hali düşünmeye davet edildiğimizi söyleyebiliriz. Güneş tutulması ile vahyin kıymetini, ay tutulması ile de risaletin kıymetini anlamalıyız.

Akla gelen bir soru: Vahyin ve risaletin kıymetini güneşin ve ayın doğup batmasıyla da anlayamaz mıyız?

Evet, risaletin nuru cahiliyye asrı gibi zulümat içinde, özellikle de gecenin en zifiri karanlığı olan fecr yani gündoğumu öncesinde parlıyor. Vahiy rasulden başlayarak karanlıkta olanları aydınlatıyor:

اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ

“Allah, iman edenlerin velisidir; onları zulümat içinden (vahiy ve risalet ile) aydınlığa çıkarır.” 2:257

Aydınlıkta olanları karanlığa düşüren ise başka:

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ

“Hakikati örtenler ise, onların velisi tağuttur; onları nur içinden (tuğyan ve isyan ile) zulümata çıkarır.”

Arza yani bize hem vahiy güneşi, hem de risalet ayı lazım. Güneşe direkt bakamadığımız gibi, vahye de direkt erişimimiz yok. Nasıl ki arzın atmosferi, bulutlar, sisli ayna vs. ile güneş ışığını kırarak güneşe bakabiliyoruz ve ondan faydalanabiliyoruz, vahiy ile ancak onu bir nevi “kıran” ademi yorumumuz üzerinden ilişkiye geçebiliyoruz. Öte yandan nurani aya ise direkt bakabiliyoruz – aynen risalete direkt muhatap olabildiğimiz gibi, zira rasuller bizim gibi birer insan. Vahyin mesajını bize anlayabileceğimiz dilde anlatıyorlar ve örneklendiriyorlar. Ancak onların örnekliği üzerinden vahyi usulüne uygun yorumlayabiliyoruz ve zulümattan çıkabiliyoruz.

Vahye ve risalete bir kere muhatap olduk diye, artık işi bitirdik değil. Gece günü, gün de geceyi takip ettiği gibi, mana yolculuğumuzda eşyaya ismi ve harfi bakışımızın da deveran etmesi lazım ki, ikisinin kıyasından aldığımız dersi pekiştirelim ve yenileyelim. Güneş her gece ve ay her gün battığı gibi, vahiy güneşi ve risalet ayı da mütemadiyen batmalı ki, içine düştüğümüz zulümattan vahyin ve risaletin rehberliğinde yeni bir doğum, değişim ve dönüşüm çıkartabilelim.

O halde, madem güneşin ve ayın doğup batmasından vahyin ve risaletin önemini anlayabiliyoruz, bunların tutulmasına ne gerek var? Güneş ve ayın tutulmaları batmalarına ilave olarak bize ne söyler?

Bu sorunun cevabının insanın ihtiyarına baktığını düşünüyorum. Güneşin ve ayın doğup batmaları, arz ile beraber bu üçünün sema denizindeki fıtri akışları neticesinde gerçekleşiyor. Halbuki güneş tutulmasında ayın, ay tutulmasında ise arzın bu akışa müdahelesi (dahli) ve bir nevi oynaması gereken rolün dışına çıkması söz konusu. Arzın müdahalesini öğrencinin öğretmeni dikkate almayarak eğitimin fıtri akışına riayet etmemesi, ayın müdahalesini de öğretmenin öğrenciye gereksiz ve yersiz müdahale ederek onun gelişimini sekteye uğratması olarak düşünebiliriz.

Risalet tanım gereği vahiy güneşini karanlıkta olanlara tanıtır ve onun ziyasına perde olmaz. Risalet ayı gecenin karanlığında doğup parlar ve vahiy güneşinin doğmasıyla nazarımızdan çekilerek tüm kemalatı vahye nisbet eder. İşbu sebeple, gündüz vakti güneşi perdeleyen ve ortalığı karartan ayın risaleti temsil ettiğini söyleyemeyiz. Böyle bir ay olsa olsa kendisini eğitime önceleyen bir öğretmeni temsil edebilir.

Nasıl ki zamansız öten horoz kesilir, zamansız çıkan ay mahiyetindeki öğrenciye gölge eden öğretmen de, eğer ki kendisine çeki düzen vermezse, bertaraf edilmelidir. O halde güneş tutulması daha çok öğretmenlere, ay tutulması da daha çok öğrencilere ibret olmalı.