Getirilen İddia

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

Getirdikleri ile böbürlenen ve yapmadıkları işlerle övülmeyi seven kimseleri sakın azabdan âzâde sanma. Onlara elîm bir azab vardır.” 3:188

Yukarıdaki ayette iki tür davranış eleştiriliyor. Birincisi getirilen bir şeyle ferahlamak, ikincisi de yapılmayan bir işten ötürü övülmeyi istemek. Genelde mealler بِمَٓا اَتَوْا tabirini “getirdikleri” yerine “yaptıkları kötü işler” şeklinde çeviriyorlar—getirilen her ne ise, yerilmeyi hak ettiğinden ötürü olsa gerek. Öte yandan, bir şey getirme ile kötü iş yapma anlamları birbiriyle tam örtüşmüyor. O halde akla gelen soru şu: getirilen şey ne olabilir ve neden yerilmeyi hak eder?

Yerilen ikinci davranış daha açık: yapmadığı bir (hayır) iş ile övülmek. Hayır iş diyorum çünkü ancak hayır yani katma değeri olan işleri yapanları takdir ederiz. Eğer böyle bir işi yapmadıysak, onun hakkında övgü ve takdir beklememiz uygun düşmez. Buna ilaveten, biz hayrı kabul ettiğimiz ve şerre merci olduğumuz için [1], kendi hayır fiillerimizden ötürü de övgü beklemememiz gerekiyor. Zira fiillerimizin arkasında kainat çapında işleyen bir faaliyet var ve bizim fiilimiz kendisine bir üzüm tanesi (hayır) takılmış bir sap mahiyetinde.

26. Sözde bu konudan haberdar olmayanlar ehl-i gaflet ve dalalet olarak niteleniyor:

“Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit kaderden ve cüz-ü ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmâresi, gaflet veya dalâlet saikasıyla kâinatı esbaba verip Allah’ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir, mes’uliyeti ve kusuru kadere havale eder.”

Yukarıdaki parağrafta benim için dikkat çekici husus, aynen 3:188’de olduğu gibi, iki tür davranışın eleştirilmesi. Birincisi, Allah’ın malının esbaba taksim edilmesi, ki bunun da arkasındaki esas mesele kişinin kendisini kendine malik bilmesi. İkincisi ise kendi fiilini kendine, başkalarının fiillerini de başkalarına vermesi. Bu ikinci nokta 3:188’de yerilen yapmadığı hayır fiili kendine atfetme ile birebir örtüşüyor. Acaba ikincisi örtüşüyorsa, birincisi de örtüşüyor olabilir mi? Bir başka deyişle, “getirilen şey”den kasıt kişinin kendine malik olma iddiası ve itikadı olmasın?

Hemen takip eden ayet bu tür bir anlayışı destekler mahiyette:

وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.” 3:189

Eğer 3:189 bir önceki ayette bahsedilen yanlışı düzeltiyorsa, ayetin eleştirdiği “getirilen şey ile övünme” yanlışı da Allah’ın mülkünün esbaba taksim edilmesi ve eşya üzerinde malikiyet iddia ve tevehhüm etmek olmalı. Manayı ismi nazarın neticesi olan böyle bir iddia ile insan kendisinde bulduğu özellikleri kendisine atfediyor ve onlar ile kendisine bir kıymet arıyor—aynen “ben mazharım; güzele mazhar ise güzelleşir” sözünde olduğu ve Karun’un “böbürlenme!” uyarısını hak etmesi gibi:

لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ

“Böbürlenme! Muhakkak ki Allah böbürlenenleri sevmez!” 28:76

Karun gibi biz de (1) bize verilenler üzerinde kendimizi malik bilerek kendimizde bir kıymet görmek istiyoruz ve (2) bizden sudur eden ve fakat bize ait olmayan hayır fiillerimizden ötürü övülmekten hoşlanıyoruz. 3:188 bizi bu iki hatamızı farketmeye ve istiğfar etmeye davet ediyor.


  1. [1] Bu hususta şu yazıya bakılabilir.