Erkekler ve Binalar

Bu alem bina edildi. İnsan da evini ve evlatlarını bina etti. Fakat bu binasında genellikle kız evlatlardan çok erkek evlatlarını dayanak noktası olarak gördü. Günümüzde bu durumun eskisi gibi olmadığı söylenebilir. Artık hanımlar da erkekler gibi kariyer yaptıklarından, anne babalarına erkeklerden daha çok sahip çıkıyor olabilirler. Burada mühim olan anne babanın çocuğuna hangi nazarla baktığı ve onu kendine bir güvence olarak görüp görmediği.

Ragıp-el İsfahani erkek evlat ile bina kelimeleri arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:

“Lokman oğluna öğüt vererek: يَا بُنَيَّ لا تُشْرِكْ بِاللَّهِ Ey oğulcuğum! Allah’a ortak koşma (31/Lokmân 13). Böyle demesinin nedeni, onun babası için bir bina oluşundandır; çünkü onu yapan babadır. Cenab-ı Allah, kendisini, onun icadında bir bina kılmıştır.” Müfredat

Dilerseniz erkek evlat ve bina kelimelerinin Kur’an’daki kullanımları üzerine biraz düşünelim. Mesela,

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا

“Mal ve erkek evlatlar dünya hayatının zinetidir.” 18:46

Mal ihtiyaçları karşılar, erkek evlatlar ise emniyeti sağlar. Emek emek bina ettiklerimiz, özellikle de varlığımızın uzantısı olarak gördüğümüz evlatlarımız hayatımızın ilerleyen safhalarında bize güvence olur.

Kur’an varlığın teorik açıklaması ise, kullandığı kavramları elimizden geldiğince teorik yani soyut ve kavramsal açıdan değerlendirmemiz gerekir. Her ne kadar hayatımızda erkek evlat dediğimiz kişiler olsa da, ki herkesin yok, Kur’an bu kelime ile başka neyi kastediyor olabilir diye sorabiliriz.

Erkeklerin kızlara nazaran daha kuvvetli olduklarını düşünürsek, bir şeyin kuvvetlisine erkek, zayıfına ise kız nazarıyla bakılabilir. Hatta eğer ki nazar hakikaten eşyanın mahiyetini tağyir ediyorsa [6], aynı şey nazarımıza göre cinsiyetini değiştirebilir. Mesela evladıma manayı ismi nazar ile baktığımda onda gözlemlediğim özellikleri ona atfedeceğimden, çocuğumun biyolojik cinsiyeti ne olursa olsun, kendisi benim için bir dayanak noktası olur ve Kur’an’ın deyimiyle erkekleşir. Manayı harfi nazarla baktığımda ise zayıflar ve kızlaşır.

Kur’an erkekleri sahiplenip, kızları Yaratıcıya izafe ettiğimizi söylüyor:

اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ

“Yoksa kız evlatlar O'nun da, erkek evlatlar sizin mi?” 52:39

Kızların O’na izafe edilmesi nisbeten kolay, zira zayıf, aciz ve noksan bir şeyin kendine malik olabileceğini söylemek zor. Öte yandan, kuvvetli ve kabiliyetli bir şeyin kendine malik olduğunu düşünmek ise daha kolay. Bunun en birinci örneği de, insanın kendisi hakkındaki kanaati.

Ene malikiyet mefhumun edinirken “buraya kadar Senin, bundan sonrası benim” diyerek bir nevi kendisini yani bundan sonrası dediği alanı erkek, buraya kadar dediği alanı ise kız gibi görmüş oluyor. Bundan sonrası benim dediğimiz yani kendimizi malik bildiğimiz alanda bize güven veren her ne varsa, onları erkek evlat ve bir nevi bina olarak düşünebiliriz. Eğitimimiz kızlardan çok erkekler, yani “bundan sonrası benim” dediğimiz alan üzerinde cereyan ediyor. Yukarıdaki ayet “hakikaten sizin mi?” diyerek bizi düşünmeye davet ediyor. O’nun malikiyetini tanıyabilmemiz için malikiyet mefhumunu edinmemiz, bunun için de bazı şeyler için “benim” diyebilmemiz gerektiğinden, ayetin tonunu azarlama yerine şefkat ile irşad şeklinde düşünmemiz gerekir.

“Onlara infak edin dendiğinde, ‘Allah istese onları doyururdu’ derler” (36:47) ayeti de bizi benzer bir eğitime davet ediyor. Zenginliği, yoksulluğu, mal sahibi olmayı ve doyurmayı daha soyut ve kavramsal bir tarzda anlarsak, cebimizde beş kuruş olmasa bile zengin ve infak etmekle yükümlü olduğumuz söylenebilir. Bizdeki kabiliyetleri malımız olarak düşünürsek, hepsini ve onun da ötesinde kendi benliğimizi infak etme (O’na satma) ve fakriyetimizi iliklerimize kadar hissetme eğitiminden geçiyoruz bu alemde.

, özellikle de eşyanın manasını deşifre etme kabiliyetimizi

harf mahiyetinde olan yoksul eşyaya manalarını infak etmemiz bekleniyor. Acziyet eğitimi evlatlar ile, fakriyet eğitimi de mallar ile gerçekleşiyor. Erkekler üzerindeki malikiyetlerini sorgulamayanlar kendi acziyetlerini göremedikleri gibi, mallarından infak etmeyenler de kendi fakriyetlerini hissedemiyorlar. [1] Malın ve evladın faydasını ancak acziyet ve fakriyet eğitimine girenler görebiliyor (26:88). Özellikle fakriyet eğitimi sayesinde eşyanın isimleri reşha misali buharlaşıyor [2], eşyanın mahiyeti gözümüzde kızlaşıp isimsiz (harfi) kahramanlara dönüşüyor.

Tüm bunların olabilmesi için alışkanlıklarımızı sorgulamamız ve varlığa ahyin rehberliğinde yeni bir bakış açısıyla bakmayı denememiz gerekli. Mesela,

قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

“(Lut) Dedi: İşte bunlar kızlarım – eğer ki failler iseniz.” 15:71

Rasul, kendisinden erkek ziyaretçilerini isteyenlere kızlarını gösteriyor. “Kendinizi fail ve muktedir görüyorsanız, kızlara yani acziyet içindekilere yönelmelisiniz” diyerek, içinde bulundukları durumun tezatlığını onların dikkatine sunuyor. Zira sanatkar olmak sanat eseri ortaya çıkarmayı gerektirdiği gibi, kudret sahibi olmak da kudretin teşhir edilmesini gerektirir. Böyle bir teşhir de ancak o kuvvetin zayıflar üzerindeki etkisi ile gösterilebilir–aynen bir öğretmenin kalitesinin öğrencilerini hangi noktadan hangi noktaya taşımasıyla ortaya çıktığı gibi. Lut (asm) diyor ki: madem ki kendinizi fail ve kudret sahibi biliyorsunuz, neden kızlara yani acizlere yönelerek onlara kudretinizden infak etmiyorsunuz da, erkekleri yani diğer kudret sahibi gördüğünüz şeyleri malikiyetinize geçirmek isteyerek kudretinizi artırmaktan başka bir şey düşünmüyorsunuz? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.

Lut kavmi gibi biz de ilk etapta kendimizi kuvvet, makam, itibar, para, ilim, vs. gibi şeyleri (erkekleri) biriktirme çabası içinde buluyoruz. Vahyin bizi uyardığı durumlar hariç, hiçbir zaman “bu kadar yeter” demiyor, malikiyetimize verilen varlığın hep artmasını istiyoruz. Bu isteme gayet fıtri olmakla birlikte, vahyin eğitiminden geçmesi gerekiyor. Değilse, anlamı sorgulanmayan bir çoğaltma faaliyetinin kendisi bizi yutarak helak etme potansiyelinde:

اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُ

“Çoğaltmak sizi helak etti!” 102:1

Bir öğrenci eğitimini puan ve not toplama yarışına çevirdiğinde helak olur, çünkü asıl maksadı değişim ve gelişim olması gerekirken, o notlara ve “başkaları beni iyi bilsin” fikrine odaklandı. Rasul yüksek notlara (erkeklere) odaklanmış öğrencilerine eğitici hataları (kızları) göstererek o hatalardaki eğitimin temizliğine işaret ediyor:

قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ

“(Lut): Ey kavmim! Şunlar kızlarım; onlar sizin için (erkeklerden) daha temizdir.” 11:78

Kızlar erkeklere nazaran daha temiz, çünkü onlarda acziyet var. Erkek evlatların ve sığındığımız binaların bize verdiği aldatıcı güven ise bizim için kirli ve gayr-ı meşru. “Buraya kadar Senin” dediğimiz alan temiz; “bundan sonrası benim” dediğimiz alan ise kirli. İnsan “güzeldir” dediğini çirkinleştirdiği gibi, “‘benimdir” dediğini de kirletiyor. Çirkinleştirerek güzelliğin, kirleterek de temizliğin sahibini tanıyor, besmele çekmesi ve tüm azalarına gusül abdesti aldırması gerektiğini farkediyor.

Rasulun kızları hemen şurada, yani burnumuzun dibinde—aynen “bundan sonrası benim” dediğimiz alanın sınırının burnumuzun dibinde olması gibi. O sınırın ve dahi kendi enaniyetimizin tamamen buharlaşması ve kızların her yeri kaplaması, biriktirdiğimiz erkekler üzerindeki malikiyetimizin vehmi olduğunu anlamamıza bakıyor.

قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ

“Dediler: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette gayet iyi bilirsin.” 11:79

Onların kızlar üzerinde bir hakkı yok, çünkü kızlar Rabbe ve rasulüne ait. Rasulde kızdan, acziyetten ve noksanlıktan başka birşey olmaz. Rasulü ziyarete gelen erkek suretindeki kuvvetli melekler [3] onu ve ona tabi olan diğer acizleri bir zaif-i kavî [4] mertebesine yükseltir.

Lut’un kapısını çalanlar “bundan sonrası benim” dedikleri alanı genişletmek adına hangi erkeği görürlerse onu istiyorlar ve gerekirse zorla el koyuyorlar—aynen Musa ile Hızır kıssasında her sağlam gemiye (bundan sonrası benim denen alana) el koyan zorba hükümdar gibi (18:79). O gemide bir kız deliği açılmalı ve gemi su almalı ki, hükümdar ona el koyamasın ve gemi “miskin”lerin elinde kalsın. Lut’un “işte kızlarım” demesi ve Hızır’ın gemiyi delmesi bize aynı dersi veriyor. Acziyetin her yanı kapladığı bu alemde el koyabileceğimiz hiçbir şey olmadığını görmeye davet ediliyoruz. Ancak bunu gördüğümüz ölçüde bu azim varlık gemisinin rahat bir yolcusu olabileceğiz ve o gemiyi miras alabileceğiz.

Lut’un öğrencileri onun ne demek istediğini anlamaya çalışadursun, o yaşanan hadiseden kendisi için yeni bir öğrenim çıkarmakla meşgul:

قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ

“Dedi: Size dair bir kuvvetim olsa (ama yok) veya nihayetsiz sağlam bir yere sığınabilsem (bu ise mümkün).” 11:80

Kapısına dayananlar ile acziyetini biraz daha derinleştiren rasul, sığındığı istinad noktasını biraz daha sağlamlaştırıyor.

Yukarıda erkek evlat ile bina kelimeleri arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştim. Binalarımız da erkek evlatlarımızla aynı kaderi paylaşmaya mahkum:

فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

“Allah binalarının temellerine geldi ve çatıları başlarına yıkıldı. Azap onlara şuuruna varmadıkları bir yerden geldi.” 16:26

Binaların kendilerine ait bir kuvveti olmadığı ortaya çıkmalı ki, onları yapan (varlığa çizgi çeken) öğrenci onların mahiyetinin vehmi olduğunu farkedebilsin, O’nun kudretine çizdiği sınırı kaldırabilsin ve o nihayetsiz kudrete sığınabilsin. Azab kelimesiyle aynı kökü paylaşan azb kelimesinin tatlı anlamına geldiğini dikkate alırsak (25:53), aciz kızlar, delinen gemiler, yıkılan binalar sonuçları itibariyle bizim için temiz, tatlı ve güzel olabilir. Bunu gördüğümüz ölçüde de, beklemediğimiz yerlerden gelen bu eğitimden memnun olabiliriz.

Her ne kadar bir derece memnun olabilsek de, çetin bir eğitimden geçtiğimizi de teslim etmem gerekli. İngilizce’de “never without a fight” dedikleri gibi, kimse durduk yere güç bela elde ettiklerinden vazgeçmiyor. Kendisini bize tanıtmak isteyen Zat hikmetiyle bize bir ev (varlığı yorumladığımız düşünce modeli) yaptırdığı gibi, yaptığımız evin temellerine gelip çatısını başımıza hikmetiyle yıkıyor ki, kendimize sığınacak temelleri sağlam bir başka ev arayalım. Bize bizden daha çok kıymet verdiğinden, bizi bize bırakmıyor. [5] Dönüşmemizi, kıymetlenmemizi ve eşyayı da kendimizle beraber kıymetlendirmemizi murad ediyor. Vermek istediği eğitimi ve kıymeti güzellikle alıp almamak ise bize kalmış.


  1. [1] İnfak ve zekat vesilesiyle yoksullarla fakriyet zemininde buluşmanın detayı hakkında şu yazıya bakılabilir.
  2. [2] “İşte, Reşha-misal üçüncü arkadaşınız ki, hem fakirdir, hem renksizdir. Güneşin hararetiyle çabuk tebahhur eder, enâniyetini bırakır, buhara biner, havaya çıkar.” 24. Söz, İkinci Dal
  3. [3] Melik ile aynı kökü paylaşan melek kelimesinin bir anlamı da kudret. Bu alemin daire-i kudret olması, varlığın melekler ile ortaya çıkarılmasına bakıyor. Nitekim Kur’an meleklerin reisi olan Cebrail’i Allah’ın kudretinin bu alemdeki temsilcisi olarak niteliyor (53:5, 81:20).
  4. [4] “Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaif-i kavîdir ki, …” Meyve Risalesi
  5. [5] “Allah inananları bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir.” 3:179
  6. [6] “Ve keza, nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder.” Katre risalesi