En yakın olan nasıl en uzak olur?
Bu dünya bizi şaşırtacak mahiyette var edilmiş. En yakının aynı zamanda en uzak olması da şaşırtıcı hadislerden biri:
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يدًا
“Şüphesiz onlar onu nihayetsiz uzak görüyorlar.” 70:6
وَنَرٰيهُ قَر۪يبًا
“Biz ise onu nihayetsiz yakın görüyoruz.” 70:7
Bu iki ayeti şu parça ile ilişkilendirebiliriz:
“Fesübhânallah! Mülk ile melekût arasındaki hicap ne kadar incedir, aralarındaki mesâfe ne kadar büyüktür! Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlim ile cehil arasındaki hicap ne kadar lâtif ve ne kadar kalındır! İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir! İbadet ile mâsiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır! Halbuki araları Cennet ile nârın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur! Evet, hal ile mâzi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mâzi cihetine geçmesine mâni değildir; cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.”
Dilerseniz bu parağraftaki cümleleri birer birer açmaya ve anlamaya çalışalım.
“Fesübhânallah! Mülk ile melekût arasındaki hicap ne kadar incedir, aralarındaki mesâfe ne kadar büyüktür!”
Buradaki fiziksel tecrübemiz ile bu tecrübelerimizin bize eşyanın Rabbine dair anlattığı hakikatler iç içe. O hakikatler hemen orada, yani tecrübelerimizin dibinde – onları görüp alabilen için. Fakat arada perde var. Herkes alamıyor, çünkü eğitim yani vahye ve rasule kulak vermek lazım. İnsanlık, tarihi boyunca bu eğitimi ala ala bitirememiş ve bitecek gibi de değil (mesafe çok büyük). Her bir insan bu eğitime sıfırdan başlıyor ve insanlığın o noktaya kadar aldığı eğitimden faydalanarak (dil ve kültür edinerek, söylemleri, düşünce tarzlarını, araştırma metotlarını öğrenerek ve vahyin mesajını kendisine sızdığı kadarıyla değerlendirerek) hem kendi kabını doldurmaya çalışıyor, hem de insanlığın geldiği noktayı biraz daha ileriye götürmeye katkıda bulunuyor.
“Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur.”
Buradaki tecrübelerimizin ahireti aslında onların hemen arkasında. Fakat biz ahireti bulunduğumuz noktadan göremiyoruz ve ölümün, kabrin, berzahın, haşrin, hesabın, sıratın, vs. ötesinde biliyoruz. Ehl-i keşif ahiretin bize olan yakınlığını keşfetmiş ve bize haber vermiş. Demek ki yapılabiliyor ve fakat adına fakriyet denilen bir eğitim istiyor.
“İlim ile cehil arasındaki hicap ne kadar lâtif ve ne kadar kalındır!”
“Ben varım” diyen ve hayatını kendi adına yaşayan kimsenin kendi varlığının nihayetsiz hikmetlerinden ve kıymetinden habersiz kalması ne kadar da kolay—her ne kadar en gözde eğitim kurumlarından geçip insanlar arasında yüksek itibar sahibi olsa da. Bu hikmetleri ve kıymeti az bir parça farketmiş bir kimsenin sanki çoğunu anlamış gibi hissetmesi davranması da ne kolay. Halbuki konunun 2. sınıf seviyedeki açıklaması 1. sınıf seviyenin hemen dibinde. Hicab çok latif olsa da, benlik (ene) perdesinden geçememek ve istiğfar edememek onu nihayetsiz kalınlaştırabiliyor.
“İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir!”
1. sınıf seviyesindeki iman, 2. sınıfın küfrü mahiyetinde. Küfür hakikatin üstünü örtmek demek. 1. sınıfı halletmiş ve görevi 2. sınıftaki hakikatleri öğrenmek olan öğrenci, eğer bilmediği ve fakat alabileceği 2. sınıf hakikatlerine yönelmezse, onları açmamış, kendisi için örtülü bırakmış ve küfre düşmüş oluyor. Ağzından iman kelimesini düşürmediği halde, elindeki imanı kendisine yeterli bildiği ve dikkatini başkalarını düzeltmeye verdiği sürece, bir üst seviyedeki imanın küfrünün içinden çıkamayabiliyor.
“İbadet ile mâsiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır! Halbuki araları Cennet ile nârın araları kadardır.”
2. sınıfın eğitimine isyan, 1. sınıfın eğitimine (ibadetine) ne kadar da yakındır. Halbuki bu dip dibe olan seviyelerin hakikatlerinin kıymetleri arasındaki fark, yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Güneşin ışığının ve ateşinin iç içe olması gibi, Cennet ve Cehennem iç içe bir bütündür ve fakat onları tecrübe edenler birbirlerinden nihayetsiz uzaktır. Güneşin ateşinin ışığına kaynak olması gibi, hatalarımız ve noksaniyetlerimiz eğitimimizi mümkün kılar ve aydınlatır. Sol tarafın yaptığı hatalara, sağ tarafın vahyin rehberliğinde ettiği istiğfar ışık tutar ve önünü aydınlatır (57:12). İbadet ile mâsiyetin arasını kısalttığımız ve isyanımızı eğitimimize vasıta bildiğimiz ölçüde, Cennet ile nâr arası gibi uzak mesafeleri Rabbin inayeti ile hızla katederiz.
“Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur! Evet, hal ile mâzi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mâzi cihetine geçmesine mâni değildir; cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.”
Ömür ne kadar kısa, emeller ise ne kadar uzundur (ebede uzanır). Kısa ömür ve uzun emeller insanı varoluşsal fakriyete düşürür. Yadsınmamış ve vahyin rehberliğinde terbiye olmuş fakriyet insana ahiret biletini alır ve hayatının bu kısa ömürden ibaret olmadığını bildirir. Ahireti reddeden veya onu ölümden sonraya erteleyen kimse için hayat buradaki ömürden ibarettir. Her ne kadar “ahiret var” da dese, o onun şu anki tecrübesinin bir parçası olmadığından, ahiretteki hakikatinin şu anki tecrübesine olan katkısını görmediğinden, bedenini asıl ruhunu ikincil bildiğinden yani varlığının bedeni ile kaim olduğunu itikad ettiğinden, ömürden hayatın hayatına, hayattar olan ahirete geçemez. Halbuki Cennet ve Cehennem gibi, dünya ve ahiret, mazi ile hazır an iç içedir, birbirine bakar ve birbirini destekler—bir kitabın son yazılan sayfasının diğer sayfaların içinde olması gibi. Hayatı kendi adına yaşayanlar ve kendi ömürlerinden ibaret bilenler, o sayfanın bir cümlesindeki bir kelimenin üstündeki bir noktaya benzeyen geçici ve gölgeli bir varlığa (zaman-mekandaki belli bir noktaya) kendilerini hapsederler. Ölmeden önce o nokta-vari hayattan ölenler, hapisten çıkar ve tüm kitabın hayatına dahil olurlar.