Dünyanın neden İKİ güzel yüzü var?

32. Sözde geçen şu parça kritik bir öneme haiz:

“Ehl-i dalâletin vekili der ki: ‘Ehâdisinizde dünya tel'in edilmiş, cîfe ismiyle yad edilmiş. Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat dünyayı tahkir ediyor, ‘Fenadır, pistir’ diyorlar. Halbuki, sen bütün kemâlât-ı İlâhiyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun.’

El cevap: Dünyanın üç yüzü var.

Birinci yüzü Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.

İkinci yüzü âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.”

Risalelerin yaklaşımının ne denli tecdidi (yenilikçi) ve nefes aldırıcı olduğunun ipuçları bu parçada var. Dünyadan aşıkane ve muhabbetle bahsettiğini yadsımadığı gibi, bunun neden böyle olduğunu da dünyanın üç vechesi üzerinden anlatıyor.

Dünyanın çirkin (zararlı değil) vechesinin onun kendisine bakan yüzü olduğunu ifade etmiş. Zararlı değil dedim, zira çirkin vecheye muhatap olup o muhatabiyetten bir eğitim çıkarmak mümkün ve hatta elzem. Bununla ilgili akla “Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir” (25:70) ayeti geliyor. Derdi olmayana derman gelmediği gibi, istiğfar edeceği kötülüğü olmayana da Allah’ın vereceği herhangi bir iyilik yok. Bu “hadi kendimize istiğfar edecek günahlar edinelim” demek değil, hal-i hazırda üzerimizde olan hataları görmeye ve hataların eğitim değerini ıskalamamaya bir davet.

Yukarıdaki parçayı ilk okuduğumuzda dünyanın iki güzel yüzü olması bize garip gelebilir. “Dünyanın Yaratıcısına bakan tek bir güzel vechesi olması lazım değil mi?” ve “ahirete bakan diye ikinci bir güzel vecheye gerek var mı?” diyebiliriz. Bu sorulara tatminkar bir cevap vermek için hem Kur’an’da hem de risalelerde kavramların ikili kullanımını dikkate almak ve o kavramları burada bahsedilen iki güzel yüze bağlamak gerekiyor. Buna ilaveten, konunun teorik altyapısını da göz önünde tutmak lazım. Bu altyapıyı aşağıdaki cümle gayet güzel özetliyor:

"ŞU KÂİNATIN tılsım-ı muğlâkını açan "Âmentü billâhi ve bi'l-yevmi'l-âhir" ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymettar İKİ tılsım-ı müşkülküşâ olduğunu; ve sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzâkından sual ve dua ne kadar nâfi ve tiryak gibi İKİ ilâç olduğunu…" 7. Söz, birinci cümle

Dünyanın iki güzel yüzünün bu cümledeki imanın İKİ rüknü ile alakası var. [1] Neden ikiye bu kadar vurgu yapıyor? İnsanın üç büyük sorusunu [2] hatırlarsak:

Necisin?

Nereden geldin?

Nereye gidiyorsun?

Bu soruların birincisi insanın kendisiyle ilgili kanaati, ikincisi nereden geldiği yani varlık kaynağı, üçüncüsü de nereye gittiği, neye/kime döndüğü/döneceği ve varlığının nihai hedefi hakkında. Bu üç sorunun iman yolcuğundaki üç önemli aşamaya işaret ettiği söylenebilir. Nereden geliyorsun sorusunun cevabı mutlak varlık kaynağına yani Allah’a imana bakarken, nereye gidiyorsun sorusunun cevabı da an itibariyle nazarımızdan alınan eşyaya ne yapıldığına yani ahirete imana bakıyor. Ahirete imanı Allah’a imandan bağımsız düşünmek yerine, Allah’a imanın ikinci ve tamamlayıcı ekseni olarak görmek gerektiği kanaatindeyim. Birinci soruya verilen cevabın ikinci ve üçüncü sorulara verilen cevaplarla şekillendiği ve nihai şeklinin risaletin gölgesinde gerçekleşen şahsi miraç tecrübesi ile aldığı söylenebilir.

İman bahis konusu edildiğinde vurgu neredeyse istisnasız hep ikinci soruya verilen “mutlak özelliklere (esmaya) sahip Yaratıcı” cevabına yapıldığından, dünyanın esmaya (O’ndan gelişe, varlık kaynağına) bakan yüzünden gayet iyi haberdarız ve bundan başka güzel bir yüz olması gerektiğini pek düşünmüyoruz. Her ne kadar eşyanın ahirete (O’na dönüşe, varlığın hedefine) bakan güzel yüzü önemsiz görülmese de, gereği gibi vurgulanmıyor. Bu bir nevi aşağıdaki ayetin sürekli ilk kısmını hatırlayıp ikinci kısmını pek hatıra getirmemek gibi:

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

“Şüphesiz O’ndan geliyoruz (O’na aitiz) ve şüphesiz O’na dönmekteyiz.” 2:156

Dünyanın iki güzel yüzü imanın iki kutbuna baktığı gibi, Kur’an’da ve risalelerde karşımıza çıkan pek çok ikili kavramları da direk olarak ilgilendiriyor. O kadar ki, bu kavramları dünyanın iki güzel yüzü kontekstinde değerlendirmediğimiz zaman onları gereği gibi anlamış olmuyoruz. Şimdi dilerseniz bu ikili kavramlara örnekler verelim.

“Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat ise ancak âhirete olan imandır.”

Yukarıdaki cümlede risalelerde ziyadesiyle kullanılan nokta-i istinad kavramı Allah’a imanla, nokta-i istimdat ise ahirete imanla irtibatlandırılmış. Eğer bu kavramların geçtiği diğer yerlere bakarsak, aynı irtibatın oralarda da korunduğunu görebiliriz. İstinad dayanak demek. Mümkün varlığa bir dayanak noktası lazım ki, o da Vacib-ul Vücud olan Yaratıcı, ki bu O’nun eşyanın varlık kaynağı olmasıyla ilgili bir mesele. Eşyanın imdat noktası ise an itibariyle eldeki varlığın korunmasına ve başka bir alemde iadesine yani hafiziyyete ve ahiret alemine bakıyor. Fatiha’da “yalnız Sana ibadet ederiz” (اِيَّاكَ نَعْبُدُ) dememizi varlık kaynağımızla, “yalnız Senden yardım dileriz” (اِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ) dememizi de varlık hedefimiz olan ahiret ile irtibatlandırarak söylememiz gerekiyor.

Bir başka öğretmenden örnek:

“Ey insanlar! Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu iki şeydir: Hevaya uymak ve tûl-i emel (geleceğe dair uzun emellere kapılmak). Hevaya uymak insanı Hakk’tan alıkoyar; tûl-i emel de ahireti unutturur.” Hz. İmam Ali

Belli ki kavramlar kasıtlı olarak seçilmiş. Risalelerde de emel kavramı hep ahirete iman bahsiyle ilgili kullanılıyor.

Başka bir örnek:

“Şimdi dahi halimiz ki mebde’ ve meâdi, hem Sâni ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.”

“Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?”

Mebde insanın ikinci mühim sorusu ve Sâni ile, mead da insanın üçüncü mühim sorusu ve haşir ile irtibatlı.

Kavramları bir kez ikiye ayırmaya başlayınca, ister istemez “başka hangi kavramlar böyle?” sorusu akla gelebilir. Mesela aşağıdaki cümlede emniyetin ve tehlikenin iman-ı billaha, saadetin ve şekavetin de ahirete imana baktığını söyleyebiliriz:

“Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir.” 8. Söz

Benzer şekilde, Birinci Söz’deki ana tema emniyet ve iman-ı billah iken, İkinci Söz’deki ana tema saadet ve ahirete iman (matemhane-i umumiyenin sevinçli terhisata dönüşmesi ancak ahirete imanla mümkün). [3]

Bahis konusu ikili kavramlara ve fiillere Kur’an ayetlerinde de sıklıkla rastlanıyor. Mesela:

“Allah bir şehri misal olarak verdi: Bu şehir güvenli, mutmain idi.” 16:112

Son olarak, tasavvuftaki fenafillah ve bekabillah diye iki ayrı önemli makam olması da bu bağlamda düşünülebilir.

Bu mesele bence o kadar önemli ki, örneğini verdiğim tüm kavram ve fiil çiftlerinin “tag”lenmesi ve bir arşivinin çıkarılması gerektiği kanaatindeyim.


  1. [1] Nursi bu iki rüknü başka yerlerde imanın iki kutbu olarak gördüğünü belirtiyor. Mesela: “Evet, erkân-ı imaniye içinde iman-ı billâh ve iman-ı bi'l-yevmi'l-âhir âlem-i İslâmiyetin iki kutbu ve iki güneşidir.”
  2. [2] “[Rasulullah] Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acibânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşf ederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevap verir.” 19. Söz
  3. [3] Bu noktayı destekleyen bir yorumu Muhammed Ali Asıl şu derste yapmış (verdiğim link sizi direk o noktaya götürür).