Dopaminin Bize Anlattıkları

Nörobilim (neuroscience) ve pekiştirmeli öğrenme (reinforcement learning) hakkında hayvanlar üzerinde yapılan bazı bilimsel çalışmalarda ödüllerin sinir ileticisi (neurotransmitter) olarak bilinen dopaminin ne zaman salgılandığı incelenmiş. Bu çalışmaların bulgularına göre hayvanlar ödül (yiyecek) beklentisi içine girdiklerinde ödülü aldıkları ana nazaran daha çok dopamin salgılıyorlar. Bu da ödül beklentisinin ödülün tüketiminden daha lezzetli olabileceğine işaret ediyor.

Bedenimiz hayvanlarla neredeyse aynı genetik yapıyı paylaştığı için, maddi lezzetler açısından aynı durumun bizim için de geçerli olacağını söyleyebiliriz. İnsanlar üzerinde yapılan deneylerde dopamin seviyesi etik sebeplerden ötürü direkt olarak ölçülemediğinden, bunun yerine fMRI denen beyin tarama tekniği kullanılıyor. Bu deneylerde dopaminle ilgili beyin bölgelerinin maddi veya manevi ödül beklentisine girildiği anda (ödülün alındığı ana nazaran) daha çok aktif hale geçtiği tespit edilmiş.

Enteresan bir bulgu daha var. Ödül beklentisinin yanında, ödülün gerçekleşme belirsizliği de dopamin seviyesini artırıyor. Mesela ödülün verilme ihtimali yüzde 50 olduğunda, yüzde 25 veya yüzde 75 ihtimale nazaran hayvanlar daha çok dopamin salgılıyorlar. Ters U eğrisi (inverted U-curve) olarak düşünürsek, en çok dopamin maksimum belirsizlik durumunda salgılanıyor. Benzer bulgular insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda da teyit edilmiş. Sinir sistemimizdeki dopamini ileten devrelerimiz belirsizlikle ve yenilikle (novelty) karşılaştığımızda daha çok aktive oluyorlar. Bir başka deyişle, biyolojik açıdan yeni tecrübelerle karşılaştığımızda heyecanlanacak ve öğrenme iştahımız kabaracak şekilde dizayn edilmişiz.

Bu bulgular bizi iki açıdan ilgilendiriyor:

Bu alemde bizi esas mutlu eden ne elde ettiğimiz değil, ne beklentisi içinde olduğumuz.

Belirsizliğin getirdiği öğrenme ihtiyacı ve motivasyon, kesinliğin verdiği rahat ve güvenden daha önemli, daha değerli ve daha bereketli.

Beklentinin Önemi

8. Sözdeki temsilde kuyuya düşen birader ya ejderhaya yem olacak, ya da bir cennet bahçesine girecek. Neyin beklentisi içindeyse, halet-i ruhiyesi de ona göre şekilleniyor. Tutunduğu ağaçtan elde ettiği meyvelerin (dünyadaki ödüllerin) kendi başlarına bir kıymeti yok. Çeşit çeşit meyveler o tek ağaca içine düştüğü durumdaki garipliği farketmesi, aczini ve fakrını görmesi ve ona bu tecrübeleri yaşatan Rabbine yönelmesi için takılmış. O meyveleri bu maksada uygun kullanmadığı sürece, içinde bulunduğu durumun garabetini farketmiyor, neyi kaçırıyorum diye sormuyor, gördüğünü hakikat biliyor, kendi akıbetine dair beklentileri değişmiyor ve lezzet almanın tek yolunun ağaçtaki meyveleri hayvan gibi yutmak olduğunu zannediyor.

“Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar [beklenti] ile telezzüz eder.” 8. Söz

Bahtiyar birader meyveyi hayvan gibi değil, tehir ederek yani o meyveyi ahiretlendirerek yiyor. Evet, tehir etme erteleme anlamına gelebileceği gibi, ahiretlendirme anlamına da gelebilir, zira tehir ile ahiret kelimeleri aynı Arapça kökü paylaşıyor. Tattığımız bir lokmanın lezzetinin fena bulması ile içine düştüğümüz fakriyet, vahyin rehberliğinde bize beka müjdesi verebilir ve akıbetimiz ile ilgili beklentilerimizi temelden değiştirebilir. Bahtiyar birader işi anlıyor ve böylesi bir dönüşüm yaşıyor. Fena bulan lezzetten devşirdiği mananın ve ettiği hamdın kuyunun dışındaki bahçede cismen varlık bulmasını [1] seyrediyor ve o bahçeyi intizarı ile kardeşinden çok daha fazla lezzet alıyor.

Binaenaleyh, buradaki ödüller kendileri için değil, bir maksada hizmet etsinler diye tadılmalı ki, ödülleri kullanarak bu alemin sırrını vahyin rehberliğinde çözelim ve buradan cennete bir pencere açalım:

“...bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.”

Buradan saadet-i ebediyeye bakan kimse, o saadete şimdiden ve fakat bu dünya şartlarında (yani o saadetin gölgesine [2]) girer ve bu hayattan herkesten çok lezzet alır. Dopamin bu mekanizmayı destekleyecek şekilde dizayn edilmiş.

Belirsizliğin Önemi

Her ne kadar 8. Sözdeki temsil bahtiyar biraderin saadet-i ebediyeye burada girmesiyle bitse de, bizim hikayemiz bu noktada bitmiyor. Temsiller teorik modellerdir ve bir harita gibi gerçek hayatta yolumuzu aydınlatsın diye verilir. Mesela, diyelim ki haritaya bakıp kuzeye gitmemiz gerektiğine karar verdik. İşimiz bitti mi? Hayır, çünkü doğru haritayı mı kullanıyoruz, haritayı doğru mu okuyoruz, kuzey yönünü doğru mu belirledik, kuzeye giderken yönümüz şaşmış olabilir mi, vs. gibi pek çok belirsizlikler bizi bekliyor. Bu belirsizlikler olmasa daha mı iyi? Yine hayır. Çünkü yolculuğu bu belirsizlikler zevkli hale getiriyor. Daha önce bin kere geçtiğiniz bir yolu mu tercih edersiniz, yoksa her adımda yeni ve çok orijinal hadiselere tanık olacağınız başka bir yolu mu? Kaybolma ihtimaliniz de olsa, eğer ki elinizde bir harita varsa ve onu nasıl okuyacağınızı bir parça biliyorsanız, ikinci yolu tercih edersiniz. Zaten rasulullah (asm) da (asm) mümkün olduğunca farklı yollardan gitmeyi tercih edermiş.

Bizim elimizdeki harita saadet-i ebediyenin gölgesine burada girme hedefini bize salık veriyor, fakat bu bir kere uygulayıp bitireceğimiz bir hadise değil. O hedefe bir derece ulaştığımızı düşünsek bile, belirsizliklerin sonu gelmiyor. Acaba Kur’an hakikaten kainatın her tarafını gösteren en doğru bir harita mı, yoksa biz mi aldandık? Risaleler hakikaten onun bu zamandaki en mükemmel bir tefsiri mi, yoksa hasbelkader kucağında bulduğu altını hazinenin tümü zanneden kimsenin durumu gibi, tutturmuş gidiyor muyuz? Başımızdan geçen hadiselere Kur’an’ın emrettiği perspektiften mi yaklaşıyoruz? Bu hadiselere mutabık düşen Kur’an ayetlerini ne doğrulukta yorumluyoruz? … Ölüm gelene dek bu tür sorular ve belirsizlikler bitmeyecek. “Ne gerek var bu kadar belirsizliğe” diyen kimse belirsizlikteki lezzetin, “biz yakîne (kesinliğe, şüphelerden arınmışlığa) ulaştık, artık bundan sonraki işimiz insanlara bir şeyler anlatmak” diyen kimse de tahkik mesleğinin ne olduğunun ve ondaki bereketin gereği gibi farkında değil—velev ki tahkik kelimesini ağzından düşürmesin.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

“Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet et.” 15:99

“Perde-i gayb açılsa, yakînim ziyadeleşmeyecek” diyen İmam-ı Ali (ra) o mertebeye kendisini içinde bulduğu belirsizlikleri sorgu ve tahkik vesilesi yaparak geldi ve bu sözü söyledikten sonra da ibadetine devam ederek yakînini ziyadeleştirmeye gayret etti. Bugün vahyin rehberliğinde sahabenin secdesini andıran bir saadet-i ebediye numunesini tatsak, yarın yeni tecrübeler bağlamında yeni sorular ve belirsizlikler bizi bekliyor. Mugayyebat-ı hamse (beş belirsizlik) yolumuzdan ayrılmıyor—başımıza dert olsun diye değil, yolumuzu lezzetlendirsin ve bereketlendirsin diye. Dopamin bu sürece de hizmet ediyor.


  1. [1] “...dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin ‘Elhamdü lillâh’ kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin, orada ‘Elhamdü lillâh’ yersin.” 32. Söz
  2. [2] Bu alemin ahiretin gölgesi olması hakkında şu yazıya bakılabilir.