Cüzi irade ve sebepler var mı, yok mu?

İngilizce bilmeyenlerden özür dileyerek, bu yazıda “Islam, Causality, and Freedom” başlıklı kitabın Said Nursi hakkındaki yorumlarına bazı eleştirilerde bulunacağım. Amacım yanlış anlaşılması mümkün bazı noktaları hem kendim hem de bu konulara ilgi duyanlar için biraz olsun netleştirmek.

Yazar Nursi’yi occasionalism olarak adlandırılan (Türkçe’de kelam olarak bildiğimiz) akımın modern zamanlardaki önemli bir temsilcisi şeklinde sunmuş. Sayfa 247-248’de occasionalism’i şu başlıklar altında eleştiriyor:

Cüzi iradenin temellendirilmesi

Sebeplerin mahiyeti

Yaratıcının şer ile ilişkisi

Bunlar içinde hem Nursi hem de occasionalism hakkında yazarı en çok rahatsız eden meselenin cüzi iradenin temellendirilmesi olduğu kanaatindeyim.

"Section 10.4: How does Nursi reconcile the idea of free will with the determinism suggested by occasionalism?" s.220

Bu soru 26. Söz İkinci Mebhas’ta şu soruya verilen sıralı cevaplar ile çözümleniyor: “Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?” Bu parçadaki açıklamaların hangi sıra ile listelendiğini dikkate aldığımızda, öncelikle cüzi iradenin varlığının temellendirildiğini görüyoruz. Cüzi iradenin külli irade ve kader ile olan ilişkisi bu temellendirmeden sonra geliyor. Bu sıralama çok önemli. Yaratıcının iradesini irademiz olduğu için tanıyabiliriz. Kendimizde bulduğumuz bir parça kuvvet ile Kadir, ilim ile Alim isimlerini tanıdığımız gibi, irademiz ile Murid ve ihtiyarımız ile de Muhtar isimlerini tanıyoruz. Yaratıcının tanınması mutlaka ve mutlaka bizden ve müşahedemizden başlamak zorunda ve bunun hiçbir istisnası yok.

Dolayısıyla, 220. sayfadaki cüzi irade bahsinin de (section 10.4) cüzi iradenin varlığının temellendirilmesi ile başlaması gerekirdi. Onun yerine yazar Nursi'nin geçmişe verdiği referansları dikkate alarak Nursi'yi bir takım eski fikirlerin devamı olarak anlamayı ve lanse etmeyi tercih etmiş. Elbette Nursi fikirlerini seleflerini dikkate alarak geliştirmiş. Fakat bu onları papağan gibi tekrar ettiğini göstermez. Nursi'nin kendine göre bir düşünce sistematiği var. Bir terimi bir başkası daha önce kullandı diye, Nursi bu terim ile aynı şeyi kastetti diyemeyiz. Tamamen farklı bir şeyi de kastetmiş olamaz. Esas mesele kullanılan terimleri dikkatimize sunulan teorinin genelini dikkate alarak yerli yerine koyabilmek. Bu da yüzeysel bir okumayla olmuyor. Nursi Eşari ve Arabi geleneklerinden beslendi diye, oralardan gelen terimleri aynen onların anladığı gibi anladı ve anlattı dersek, sapla samanı birbirine karıştırırız.

Yazar Nursi'nin cüzi irade hakkında ne var ne de yok (la mawjūdun wa-la ma‘dum) olduğunu düşündüğünü varsaydıktan sonra (s. 221), işin içinden çıkamamış. Nursi cüzi irade hakkında eserlerinin hiçbir yerinde böyle birşey söylemiyor. Onun yerine itibaridir ve harici vücudu yoktur diyor. Bir şeyin harici vücudu olmadığı halde vücudu yani varlığı pekala olabilir. Mesela tasavvur ettiğimiz unicorn'un harici yani fiziksel bir varlığı yok ve fakat o tasavvur zihnimizde var. Benzer şekilde, kainatta cari olan kanunların harici vücutları yok. Bu demek değil ki onlar yok. Var olduklarından ötürü biz eşyayı çalışarak onları deşifre edebiliyoruz.

Bu yanlış anlayış yazarı şu cümleyi kurmaya kadar götürmüş:

“Nursi’s strategy is to show why the problem is insoluble and why it still makes sense to believe in human freedom, and he attempts to do this without sacrificing the basic tenets of occasionalism.” s. 223

Bu cümlenin dip notunda da halen cüzi irade nasıl hem var hem de yok olabilir diye sorguluyor. Nursi nerede “cüzi irade meselesi çözülemese de, iradenin serbestiyetine inanmamız lazım” demiş veya ima etmiş? Maalesef çok yanlış bir cümle.

Yazar vücud ile harici vücud ayrımını bilmesine rağmen (mesela: “as such they [natural laws] are mental constructions without a corresponding extramental reality” s. 227), konu cüzi irade olduğunda bu ayrımı yap(a)mamış.

Cüzi iradenin harici vücudunun olmaması elzem, çünkü harici vücud fiziksel bir varlık vermeyi, bu da mutlak kudreti gerektirir. Harici vücudu olan hiçbir şey bizim eserimiz ve bize ait olamadığı için, eğer cüzi iradenin harici vücudu olsaydı, o da Yaratıcının kudretinin eseri olurdu, tercihlerimiz serbest olmazdı ve sorumluluğumuz ortadan kalkardı. Yaratıcının mutlak iradesi bizim cüzi irade sahibi olmamızı irade ettiği için irade sahibiyiz ve şu anda irade üzerine tartışma yapabiliyoruz. İrademiz olmasaydı, bu konu aklımızın ucundan bile geçmezdi – aynen hayatında hiç ses duymamış ve duyan insana da rastlamamış sağır insanların duyma fenomeni hakkında düşünmelerinin mümkün olmaması gibi. [1]

O halde aynen malikiyetimiz gibi, cüzi irademiz var ve fakat itibari. Ama Allah herşeyin hakiki maliki değil mi? Ne isterse yapmıyor mu? Eğer ki derdimiz kitap basmaktan veya bilgi biriktirmekten ziyade kendimizi ve bu alemde ne olup bittiğini anlamak ise, konuyu bu şekilde konuşamayız. Bizim görevimiz malikiyetimize verilenler için “buraya kadar benim” demek ve sonradan vehmi olduğunu anlayacağımız çizgileri çekmek. Yaratıcının mutlak özelliklerinin tanınması ancak bu çizgiler ile gerçekleşebiliyor. Sonsuz şiddetteki bir ışık kaynağının tanınması için ona itibari bir gölge girmesi lazım. “Gölge ne var, ne yok” demiyoruz. Bal gibi var; epistemik ve pedagojik kıymeti de cabası.

Yazarın Gazali hakkındaki şu cümlesini de Nursi kontekstinde daha farklı anlamamız lazım:

“While we fail to demonstrate the necessary connection [between causes and effects], we must still run our lives as if there were a necessary connection.” s. 242

Yazara göre her occasionalist (Nursi de dahil olmak üzere) böyle düşünüyor. Halbuki Nursi kesinlikle böyle birşey söylemiyor. Sebeplerin tesiri yoktur diyen bir kimsenin böyle bir düşünceye katılması mümkün değil.

Sebepler dünyasında olduğumuzun farkındayız. Onların varlığını yadsımıyoruz ve ilk etapta sonuçları sebeplere veriyoruz. Sonradan anlıyoruz ki, bir sebebe atfettiğimiz etki vehmiymiş, sadece zihnimizdeymiş ve harici bir vücudu yokmuş. O etkiyi ilk etapta o sebebe atfetmemiz kötü mü oldu? Elbette ki hayır. Bu sayede eşyadaki nizamı ve intizamı ve müsebbib-ul esbab olan Zatı bir derece daha iyi anladık. Madem bu mesele bu kadar basit, neden yanlış anlaşılıyor? Benim görebildiğim kadarıyla, teoriyi ve pratiği birleştiren bilimsel çalışmalar yapmamaktan, hayatın dinamizmine elle tutulur bir meslek icrası ile katılmayıp dışarıdan gazel okumaktan ve pedagojiden anlamamaktan kaynaklanıyor.

Devam edelim. Yazarın şu gayet güzel tesbiti

“the idea of causality, though a mental construction without any extramental reality, serves as an epistemological tool to perceive the regularity and consistency in the world.” s. 216

doğru iken, şu cümlesi

“one acts as if the secondary causality were real without attributing causal efficacy to it.” s. 217

doğru değil, çünkü “as if the secondary causality were real” yani “sanki sebepler varmış gibi yapacağız” diyor. Cüzi irade meselesindeki aynı yanlış anlayış (ne var, ne yok) burada da kendini gösteriyor. Nursi hiçbir zaman sebepler aslında yok ama biz varmış gibi yapacağız demiyor. Onların herhangi bir hakikatlerinin olmadığını da söylemiyor, zira bu aleme geldiğimizde onları hakikatimizin bir parçası olarak buluyoruz. Nursi bu halimizi yadsımazken, bir yandan da sebeplerin harici vücudlarının ve tesirlerinin (causal efficacy) olmadığını söylüyor. Bir şeyin varlığının (realitesinin) olmadığını söylemekle harici vücudunun veya tesirinin olmadığını söylemek aynı şey değil.

İlaveten, “mış gibi” yaparak tahkik ehli olunmaz. 8. Sözdeki temsilde sol yolun yolcusu sol yola giriyormuş gibi yapmıyor; basbayağı ve hakikaten giriyor ve seçiminin sonucunu bizzat ve bittecrübe yaşıyor. Manayı harfi nazarı temsil eden sağ yolun hakikati ancak böyle bir tecrübeden sonra zuhur ediyor. Benzer şekilde, insan “sebeplerin bir hakikati yok ama, hadi ben varmış gibi yapayım” diyerek onları tesirden azledemez.

Tüm bu yanlış anlamalardan ötürü, yazar hem şu doğru cümleyi kuruyor:

“As such, although Nursi does not assign causal efficacy to secondary causality, he presents a worldview in which the veil of causality is fundamentally important.” s. 218

hem de Nursi’yi dahil ettiği occasionalism’e şu faturayı kesiyor:

“If there is absolutely no reality to secondary causality, then it follows that God’s habits have, in fact, no real role in the world.” s. 248

Bir kez daha ifade etmem gerekirse, biz veya Nursi sebepler yoktur demiyoruz. Her ne kadar bir takım risale müntesipleri sabah akşam “sebep diye bir şey yok arkadaşlar" diye beraberce zikir çekseler de, onlar da bu meseleyi yanlış anlıyorlar demek mecburiyetindeyim. Bir başka deyişle, kitapta gözlemlenen yanlış anlaşılmaların sorumluluğu sadece yazara değil Nursi’nin bazı takipçilerine de ait.


  1. [1] Bu noktayı farketmediğimizde, cüzi irademizi Yaratıcının külli iradesinden bağımsız (onun haricinde) değerlendirmiş oluyoruz. Bu hata başka meselelerde de yapılabilir. Mesela Nursi Yaratıcının ezeli ilmini kendi ilmimizden bağımsız değerlendirmeyi “kendini ezeli ilmin haricinde tevehhüm etmek” olarak nitelemiş. Bu hususun detayı için “İlim, maluma tabidir” başlıklı yazıya bakılabilir.