Cennetteki Eşler

Cennetteki eşler şu şekilde tasvir ediliyor:

وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ

“Ve yanlarında gözlerini kendilerinden başkasına dikmeyen, kendileriyle yaşıt eşler vardır.” 38:52

فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَارًا عُرُبًا اَتْرَابًاۙ

“Onları bakireler kıldık. Güzel sözlü, denk ve uyumlu.” 56:36

Bu ayetlerde geçen kelimeler hakkında Râgıb el-İsfehânî'nin el-Müfredât’ından bazı notlar:

قَاصِرَةُ الطَّرْفِ : Bakışını caiz olmayanlara uzatmayan.

وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ أَتْرَابٌ : Yanlarında bakışlarını yalnız eşlerine diken kendileriyle yaşıt güzeller vardır (38:52). Yani, aynı günde doğan ve birlikte yetişenler, demektir. Beraber büyüyüp yetiştikleri, eşitlikleri ve benzerlikleri ile birbirlerine çok yakın oldukları için, bu yönden göğsün kaburgalarına benzedikleri ya da beraber yeryüzüne geldikleri için bu ismi almışlardır. Yine denmiştir ki: Onların bu ismi almalarının nedeni, çocukluk demlerinde beraber toprakla oynamış olmalarındandır.

لاَ فَارِضٌ وَلاَ بِكْرٌ “Ne yaşlı ne de toydur” (2:68) sözünde geçen بِكْر kelimesi, henüz doğum yapmamış demektir. [Cennette tenasül olmadığına işaret.] Henüz evlenmemiş kadın da dul olana göre بِكْر adını almıştır. بِكْر in çoğulu أَبْكاَرٌ şeklindedir.

Doğumu dönüşüm olarak düşünürsek, cennette dönüşüm yok, zira dönüşüm ve tekamül burada. Oradaki eşler bikr, yani onlar döllenmiyor ve yeni bir can yüklenmiyorlar; buradaki birleşmelerde döllenme gerçekleşebiliyor. Oradaki eşler “aynı toprakla oynamış” derecede birbiriyle denk ve uyumlu, güzel sözlü ve bakışlarını ancak eşlerine uzatıyorlar; burada ise bunlar olmayabiliyor.

Şimdi, zihnimizdeki “burası ve orası” ayrımını kaldırıp, iki alemi ve iki alemin eşlerini beraber düşünelim. Bunun bir örneği şu cümlede ifade edilmiş:

“Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin ‘Elhamdü lillâh’ kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin, orada ‘Elhamdü lillâh’ yersin.” 32. Söz

Elma, burada ilişki kurduğumuz meyve cinsinden bir eş. Eğer bu eşimizle meşru dairede bir ilişki kurmuş isek, onu dölleyerek bir “numune”ye dönüştürüyoruz. Buradaki numunenin “aslı” cennete doğuyor ve bize oradaki eşimiz olarak takdim ediliyor. Eğer buradaki elma ile ilişkimizi meşru bir dairede kurmamış isek, döllenme olmuyor, izdivacımız ebter kalıyor ve cennette bir karşılığı olmuyor. Elbette ki bir elma ile birkaç dakikalığına kurduğumuz ilişkinin neticesine nazaran, insan cinsinden eşlerimiz, akrabamız, arkadaşlarımız ile bir ömür boyu kurduğumuz ilişkilerin ahiretteki neticeleri olan hûr ve hûriler bir elmanın cennetteki aslının pek üstünde bir mahiyete sahip.

Orada bize takdim edilen eşlerimiz bikr (bir daha döllenmiyor), güzel sözlü (“elhamdü lillâh” yersin) ve bize ve burada okuduğumuz esmaya denk ve mukabil. “Aynı toprakla oynamış” derecede bizimle uyumlu, zira o aslın numunesi ile aynı zaman ve mekanı paylaştık. Biz buradaki numuneye bakarken onun aslını manen gördüğümüz gibi, o asıl da bakışlarını bize ve sadece bize (قَاصِرَةُ الطَّرْفِ) uzatarak bizim için yaratıldığını bize hissettiriyor.

Nasıl ki kimsenin dikkat etmeden geçtiği bir duvarda yazılı bir şifreyi çözerek onun altından bir hazine çıkaran kimse “bu hazine benim için buraya konmuş” der, aynen öyle de, varlıktan devşirdiğimiz yegane manaların ve onların ahiretteki asıllarının da sadece ve sadece bizim için yaratıldığını bilmemiz ve hissetmemiz ve buradan onlarla bakışmamız [1], [2] için önümüzde bizden başka hiçbir engel yok.


  1. [1] “Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki, ejderha ağzı o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar.” 8. Söz
  2. [2] “Öyleyse, kendisine karşılaşmakta (karşı karşıya) olduğu güzel bir vaadde bulunduğumuz kimsenin hali, kendisine dünya hayatında geçici hazlar sağlayıp [ebter bıraktığı hazlarıyla beraber] kıyamet günü yargı karşısına çıkarılan kimsenin hali gibi midir?” 28:61