100 Yıllık Ölüm
Bu yazıda aşağıdaki ayeti bir miktar anlamaya çalışacağız.
اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Ya da çatıları çöküp harap olmuş bir kasabadan geçen ve ‘Allah bu ölmüş beldeyi nasıl diriltebilir?’ diyen o kişi[yi görmez misin]? Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü ve sonra diriltti ve ‘ne kadar kaldın?’ diye sordu. O da ‘bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım’ diye cevap verdi. [Allah:] ‘Hayır, yüz yıl kaldın. Bozulmamış yiyeceğine ve içeceğine, [ölmemiş] eşeğine bak! [Bütün bunları] seni insanlara bir ayet kılalım diye [yaptık]. Kemiklere de bak: onları nasıl ayağa kaldırıyoruz ve sonra onlara nasıl et giydiriyoruz.’ Dedi: ‘Artık biliyorum ki, Allah her şeye kadîrdir!’” 2:259
Verilen temsildeki konu ölümden sonra dirilişe iman. Konunun muhatabı, virane haline gelmiş bir kasabanın nasıl diriltileceğini sorguluyor. Başka ayetlerde “çürümüş kemikleri kim diriltecek?” gibi sorularla sıklıkla karşılaşıyoruz. Burada ise belli bir insanın diriltilmesinden ziyade, tüm kasabanın diriltilmesi sorgulanıyor. Cevaben de Allah onun kendisini öldürüp diriltiyor ve bir nevi “seni ölümünden sonra dirilttiğim gibi, onları da diriltirim” diyor. Eğer kişi sorduğu sorudan sonra ölüyorsa, demek ki sorudan önce hayattaydı. Belki de sorduğu soru onun hayat alametiydi.
Allah 100 yıl sonra bu kişiyi diriltip “ne kadar süre kaldın?” diye soruyor. Bu aslında garip bir soru, zira kalmak ve ölmek aynı şey değil. Hayatı olan bir yerde kalır. Türkçe’deki “ölüm-kalım meselesi” tabirinde de, ölüm ve kalım iki uç anlamı ifade eder. Yani ya ölürüz ya da hayatta kalırız. O halde, bahis konusu soru “ne kadar süre ölü halde kaldın?” demek olmalı ve bu kişi o ölü halinde dahi varlığını korumuş olmalı.
100 yıl “ölü halde kalmış” kişinin bu soruya cevabı “bir gün veya günün bir kısmı.” Kur’an’daki kıyamet tasvirlerinde de inanmayanlar kendilerine aynı soru sorulduğunda yine aynı cevabı veriyorlar. O halde, kıyamette bu cevabı verenlerin dünyada iken ölü halde kaldıklarını itiraf ettikleri söylenebilir.
Ölü halde kalma hali, varlığın mutlak kaynağından kopuk geçirilen bir hayatın bereketsizliğiyle alakalı olmalı. Varlığın Rabbin esmasına bakan manasından ve ahirete bakan sonuçlarından habersiz geçen 100 senelik ölü bir ömür geriye sadece bir gün yaşanmış gibi bir tat bırakıyor.
Allah 100 yıl aradan sonra dirilttiği kişiye bozulmamış yemeğine ve suyuna ve halen yaşayan eşeğine (binek hayvanına) bakmasını emrediyor. Ya olan bitene bir kere olmuş bir mucize diyeceğiz, ya da Kur’an’ın zaman kavramının bizimkinden farklı olduğuna hükmedeceğiz. Birinci tür anlayışa zaten aşina olduğumuzu varsayarak, dilerseniz ikinci alternatifin izini sürelim. Bu kişi 100 yıl boyunca ölü kalırken, onun afakındaki yemek, su ve eşek bir gün veya daha az bir zaman geçirmişler gibi gözüküyor. Fizikçiler zamanın iki kimse için farklı hızda akmasının mümkün olduğunu hesaplarıyla ve deneyleriyle beraber göstermişler. Fakat onların bahsettiği yaşlanma hızındaki fark tamamen maddi açıdan. Maddenin mana boyutunu ders veren Kur’an ise benzer bir zamansal hız farkının mana boyutunda da geçerli olduğunu söylüyor olmalı.
Bu konuyu Kadir gecesinin kıymetini anlatan ayetin (97:3) ışığı altında düşünürsek, o geceyi gereği gibi değerlendiren bir kimsenin tek gecelik manevi karı, böyle bir şuurun ve mananın olmadığı koca bir ömre nazaran daha fazla oluyor. Böyle bir istifade hem bu alemimizi aydınlatıyor, hem ahiret aleminde ebedi meyveler veriyor. Maddi alemimiz manevi alemimiz ile kaim edildiğinden [1], manevi istifade ömrün hem mana hem de hakikat yönünden uzamasını netice veriyor diyebiliriz. Kadir gecesini değerlendiren ve aynen 2:259’da anlatıldığı gibi gecesini (ölümünü) Kadîr’i tanımaya vesile kılan bir kimse bin ay ömür kıymetinde bir eğitim elde ederken, birkaç saatliğine de olsa manevi açıdan ölü kalan kimse 100 senesini kaybetmiş oluyor. Zira o birkaç saati vahyin getirdiği şuur ile değerlendirerek mana alemini besleyebilseydi, o tecrübeden 100 sene şuursuz yaşamaktan daha fazla istifade edecekti. Birkaç saat uyumakla 100 sene uyumak arasında bir fark olmadığı gibi, birkaç saat şuursuz yaşamakla 100 sene şuursuz yaşamak arasında da keyfiyet açısından (qualitatively) herhangi bir fark yok.
Ne kadar süre uyuduğumuzu uyku anında tespit edemeyiz. Uyanmak lazım ki, ne kadar uyuduk diye merak edip saate bakalım. Uyanık yaşam bizim için uykudaki ölü gibi olan halimize nazaran çok daha önemli. Uyanık halimizdeki işlevlerimizi yerine getirmek için enerji ihtiyacımız olmasa, hiç uyumak istemeyiz. Hatta bir anlık uyanıklığı yüz sene uykuda geçen bir ömre tercih ederiz. Kadir gecesi ve benzeri sair vakitlerde yakalanan her bir manevi uyanış (a-ha moment) bizim için bir ömre bedel ise, 2:259 zaman mefhumumuza manevi bir ayar çekmemiz gerektiğini dikkatimize sunuyor diyebiliriz.
- [1] Manevi alemi mahvolan kimselerin hayata küstüğüne veya intihar ettiklerine çok şahit oluyoruz.