Bacağın Göründüğü Gün

Kur’an’da bacakların / baldırların açılmasıyla ilgili şöyle bir ifade var:

يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ

“O gün bacaklar görünür ve secdeye davet edilirler, fakat takat getiremezler.” 68:42

Kıyamet gününü tasvir eden bu ayette bacakların görünmesi genellikle işin kızışması, eteklerin tutuşması ve vahyin hakikatinin ayan beyan kişinin karşısına çıkması olarak anlaşılıyor. Bunu aklımızın bir kenarında tutarak, bacağın görünmesi bu alemde nasıl olur ve bu ayet bu alemin şartlarında nasıl tasdik edebilir diye sorabiliriz.

Ragıb-el İsfahani’nin bu tabirle ilgili şu yorumu bize bu konuda yardımcı olabilir:

“Bazıları ise, aslı تَذْمِيرُ النَّاقَةِ ifâdesinden alınmıştır, derler. Bu da, bir adamın, doğurmakta olan devenin karnından yavrusunu çıkarması anlamına gelir. Böyle durumlarda, كُشِفَ عَنِ السَّاقِ bacak göründü, denir.”

68:42’deki olumsuz durumun aksine, doğumu haber veren bir bacak görünmesi anne deve ve yavrusu açısından gayet olumlu bir hadise. Acaba insan için de böyle olumlu bir bacak görünmesi söz konusu olabilir mi?

Alem-i şehadet okulunda ikra eğitimi alıyoruz, yani varlığın Rabbine bakan manasını okumayı öğreniyoruz. Devenin yavrusunun doğumunun bizdeki karşılığı mana cinsinden bir doğum olsa gerek. Anne deve doğum sancısı çektiği gibi, biz de yeri geliyor mana sancısı çekiyoruz. Yavrunun bacağının gözükmesi bizde paradigma inkılabını haber veren bir emarenin gözükmesine denk geliyor. Fakat nasıl ki doğum anında yavrunun bacağını anne deve değil doğumu yaptıran kişi görüyor, paradigma inkılabına gebe öğrencinin doğum emaresini de öğrenciden önce onun eğitmeni (öğretmeni, şeyhi, peygamberi, vs.) görür denebilir.

Aşağıdaki ayet buna güzel bir örnek:

ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

“(Melikeye) ‘Köşke gir!’ denildi. Onu (üzerine basacağı zemini) derin bir su zannetti ve bacağını gösterdi. Süleyman: ‘Bu (köşkün zemini) görünmez, pürüzsüz bir camdan yapılmıştır’ dedi. Kadın da: ‘Rabbim, gerçekten kendime zulmederek yazık etmişim. Şimdi artık ben Süleyman’la birlikte bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum’ dedi.” 27:44

Bu ayette geçen bacağın görünmesi hadisesi literal olarak, yani Belkıs diye bilinen melikenin eteğini ıslanmaması için kaldırması şeklinde anlaşılıyor. Belkıs ilk etapta pürüzsüz ve nihayet derecede şeffaf zemini fark edemediğinden, sanki kendisine görünmeyen zemine değil de suya basarak köşke girmesi gerektiğini zannediyor. Bacağı da bu yanlış anlamadan sonra görünüyor. Bu emare Süleyman’a (asm) hem Belkıs’ın içinde bulunduğu durumu yanlış yorumladığını, hem de olayın hakikatini duymaya hazır olduğunu gösterdi. Bir başka deyişle, Süleyman’ın (asm) bu emareyi görmesi ona Belkıs’ın paradigma inkılabının yaklaştığını haber verdi. Çok yüksek ihtimalle Süleyman (asm) Belkıs’ı o köşke zaten o maksatla, yani ona bir bilişsel çelişki (cognitive dissonance) yaşatmak için götürmüştü, ki bunda eğitimin ve rehberliğin en yüksek seviyedeki bir örnekliği var. Nedir o? Eğitim ortamını öyle bir tarzda hazırlarsınız ki, öğrencinin bilmediği ve göremediği billur gibi bir hakikati onun zihnine ona bilişsel bir çelişki yaşatarak yaklaştırırsınız. Öyle ki, öğrenci karşısına çıkan meselede her zaman kullandığı çözüm metodunun ve/ya düşünce kalıbının işe yaramadığını ve kifayetsiz kaldığını farkeder. Açıklamanızı da öğrencideki bu kifayetsizlik hissinin üzerine bina edersiniz.

Belkıs’ın uzun bir sorgulama sürecinden sonra Süleyman’ın otoritesine teslim olması böyle bir eğitimden, yani gözüyle göremediği bir hakikati rasulun rehberliğinde aklıyla görmesinden ve onun üzerine basabilmesinden sonra gerçekleşiyor. Belkıs daha önce suyun üzerine bina edilmiş bir köşk görmediğinden, köşkü ilk gördüğünde hayret içinde kaldı ve karşısındaki fenomene bir anlam veremedi. Bacağının görünmesi onun bu halini ele verdi. Öğrencinin kendisini ele verdiği o önemli an eğitimciler arasında eğitici an (teaching moment) olarak bilinir. Süleyman (asm) vurucu hamleyi tam da o anda yaptı. Öğrencisini öyle bir analiz etmiş ve ortamı öyle bir hazırlamış ki, artık “işte benim böyle mülküm, ilmim, hikmetim, vs. var, otoriteme teslim olman lazım” demesine bile gerek kalmadı. Belkıs o noktaya tıpış tıpış kendisi geldi.

Benzer şekilde, biz de bu alem sarayına Samanyolu galaksisinin güneş yıldızının bir gezegeni olan dünyada giriyoruz. Gözümüze hemen alemdeki en kıymetli şey olan hayat ve onu ikame eden su çarpıyor. İlk etapta hayatın bu alem sarayının sadece bizim bulunduğumuz köşesinde olduğunu zannediyoruz. Suya girip ıslandığımız gibi, hayata girip çeşit çeşit ihtiyaçlarımızı fark ediyoruz. Suyun bedeni ve sosyal hayatın benliği kaldırma kuvvetini keşfedip, suda yüzmeyi ve sosyal hayata bir kimlikle ve bir takım rollerle katılmayı öğreniyoruz. Karşımıza su çıktığında paçamızı sıvamayı ve gerekirse yüzmeyi, sosyal bir tecrübe çıktığında da lisanımızı ve kültürel kodlarımızı kullanmayı refleks haline getiriyoruz. Bunları yapamayanların boğulmalarına ve psikolojik hastalıklara yenik düşmelerine şahit oluyoruz. Yüzme kabiliyetimiz, sosyal statümüz ve cansız taşlar üzerine yaptığımız köşklerimiz bize güven veriyor.

Biz tüm bunları kanıksamış bir halde iken, Süleyman (asm) bizi başka bir saraya davet ediyor. Orada herşeyin hayattar ve Rabbini tesbih etmekte olduğunu fark ediyoruz. Ayağımızı cansız ve değersiz şeylere basmaya alıştığımızdan, herşeyin hayattar, manidar ve nihayetsiz kıymetli olduğu böylesi bir saraya ayak basmaya çekiniyoruz (27:44). Herkesin secde halinde olduğu o sarayın ihtişamına layık bir secdeye takat getiremiyoruz (68:42) ve ağzımızdan “benim secdem hiçtir” sözü dökülüyor. Gözümüzü haşyet, benliğimizi zillet bürüyor (68:43). İşte bacağımızın göründüğü bu kifayetsizlik anında rasulullah (asm) tüm sarayın gözümüze gözükmeyen ve fakat aklımızın tasdik edeceği billur gibi iman-ı billah nokta-i istinadı üzerine bina edildiğini ve bizim de yürüyüşümüzde ve secdemizde ona dayanmamız gerektiğini bize öğretiyor. Bunu yaparak saraya girebilenler için ıslanma, boğulma ve ölüm olmadığını uygulamasıyla gösteriyor. Hem onun hem de su üzerinde yürüyen İsa’nın (asm) rehberliğinde yürümeyi ikinci kez öğreniyoruz. Bundan önceki yürümelerimizi yürüme bilerek ve bundan önce girdiğimiz fakirhanelere saray diyerek kendimize ne kadar zulmetmiş olduğumuzu itiraf ediyoruz (27:44).